Tek-el’in de sesi var, ya Beşiktaş Kongresi’nin?
Popüler kültürün en büyük becerisi, anlattığı hikâyelerin tek hakikat olduğuna sizi inandırması…
12 Eylül Anayasası’nın hâlâ hüküm sürdüğü, halkın sivil örgütlenme hakkının sınırlandığı, Tekel işçilerinin direnişinin sanki Dünya’ya uzaylılar gelmiş gibi garipsendiği bir ortamda milletin tek hakikatmiş gibi ‘Kurtlar Vadisi’ni izlemelerine şaşmamak gerek.
Vadi’nin inandırdığı şu: Vicdan, adalet, hak hukuk palavra… Korkuların sizi sardığı bu ülkede tapılacak tek şey var: Güç… Gücün ifadesi de ‘silah’ ve ‘para’.
Para gevezeleri
Futbol âleminin popüler kültürü de bunun dışında değil. Bu âlemde de tek hakikat var: Para ve güç ilişkileri…
Bakın Beşiktaş Başkanı Demirören, söyleyecek lafı olmayınca “Her şey para” diye tutturuyor. Verdiği parayı dilinden düşürmüyor. Seçilmezse parasını alacağı tehdidini savuruyor.
Konuşulan para şirketinin parası olsa bizi pek ilgilendirmez. Ama söz konusu olan Beşiktaş gibi kamu yararına bir dernek. Ülkenin yüzyıldır yaşayan örnek toplumsal kurumlarından biri… Harcanan paralar Beşiktaş’ın parası… Değerinin altında kırdırılan gelirler Beşiktaş’ın geleceği… Borcu yine Beşiktaş ödeyecek.
Ha, yönetim kulübün gelirlerini rasyonel bir biçimde yönetse, gelir gider dengesini kurarak, makul borçlanmalarla kulübün ekonomik gücünü büyütse anlarım. Rakamlardan konuşalım o zaman. Oysa yapılan kulüp kesesinden hovardalık. Borç 300 mü, 180 mi bunun tartışılması bile anlamsız. Önemli olan bu borç nasıl ve neden yapıldı? Kulüp Başkanı’nın bundan haberi yok. Futbolcu kaça gelmiş, kaça gitmiş bilmiyor.
Başkan’ın Denetleme Kurulu’nun görevinden, Tüzük’ten haberi yok. “Denetleme Kurulu dışında kimse borcu açıklayamaz, çünkü biz borsaya koteyiz” diyebiliyor. Oysa, Kongre’nin seçtiği Denetleme Kurulu, Beşiktaş Jimnastik Kulübü Derneği’ni denetler, derneğin borcunu açıklar. Borsaya açılmış olan şirketle ne ilgisi var! Ayrıca o şirketin değerini de, yaptığınız bir sürü nafile transferle siz yerle bir etmediniz mi?
Günü kurtarmak için heba edilen Fulya’ya bakın. Başkan’ın müteahhitle yapılan gelir paylaşımından bile haberi yok. Söylediği paylaşım oranları birbirini tutmuyor.
Bir yandan “Para her şey” diyeceksiniz, sonra da para hesabından haberiniz olmayacak. Neden? Çünkü hazırdan harcamaya alışmışsınız. Nasıl olsa borçlanan Beşiktaş. Ödeyecek olan Beşiktaş.
Emeğiyle yaşayan Beşiktaşlı ise para denince orada tam karşılığını alamadığı alınterini görüyor. Çalışarak bir değer yaratmayı görüyor. Ailesinin nafakasını görüyor. O nafakadan arttırarak aldığı kombineyi görüyor. Hayatında paradan önce gelen şeyler olduğunu gösterdiği için Beşiktaş’lı o (Fenerbahçeli de onun için Fenerli, Galatasaraylı onun için Cim Bomlu).
Temizlik şart
Popüler kültürün hakikat diye dayattığı bir başka mesaj da şu: “Merak etmeyin, ‘Büyüklerimiz’, yani muktedirler sizin için her şeyi düşünüp taşınır. Siz halk olarak örgütlenme ve hak arama gibi şeylerle uğraşmayın, ‘Kurtlar Vadisi’ izler gibi büyüklerimizi izleyin. Onlar bazen aranızdan birilerini bazı ayrıcalıklar bahşederek yanlarına alır.”
Futbol kulüpleri de sanki paralı yöneticilerin malı. Taraftar da onların kölesi… Yönetim nasıl isterse öyle davranacak. Taraftar farklı hareket ederse, bir şekilde bertaraf edilmeli.
Beşiktaş Başkanı da, yönetimine karşı güvensizlik tribünleri sarınca birden ‘küfür düşmanı’ oluverdi… Bir kere, “Beşiktaş Başkanı’na küfür edilmez”se, Beşiktaş Başkanı da küfür etmeyecek. Başkan’ın MHK Başkanı’na söyledikleri, tribünde taraftara bağırdıkları daha unutulmadı. İkincisi, tribünde küfür edenler ve suça karışmış olanlar varsa bunları belirleyip adalete teslim etmek polisin görevi… Polisin aynı hassasiyeti taraftarın üzerine saldırtılmış çapulcuların belirlenmesinde ve asıl onları saldırtanların ortaya çıkartılmasında göstermesi gerek. Tabii suçlu ilan edilenlere de savunma hakkı tanınmalı.
Bunlar dışında “Tribünleri temizleyeceğim” lafları, taraftarın iradesini bastırma anlamına gelir. Ne yaptınız, tribünlere pankart sokulmasını engelleyerek, o herkesin övündüğü Beşiktaş taraftarının yaratıcığına, toplumsal olaylara ilişkin duyarlılığına zincir vurdunuz. Kasımpaşa maçında açılacak, güzelim ‘Tekel’in De Sesi Var’ dayanışma pankartı gün yüzü göremedi.
Benim bildiğim, tribünleri temizlik görevlileri temizler. Yeni Açık’ta korsan forma satanlar cirit atıyor ama gördüğüm kadarıyla temizlik konusunda bir sorun yok. Asıl temizlik yapılması gereken yer Akaretler’de. Kulübün yönetim anlayışında. Onu da, özgür iradesiyle oy kullanan Kongre üyeleri yapacak. Oy vermemenin ya da boş oy atmanın mevcut yönetime destek anlamına geleceğini bilerek.
Kaliteye gel
Muktedirlerin kabul ettirmeye çalıştıkları bir hakikat de toplumu bir mühendis gibi şekillendirebilecekleri, halkı beğenmezlerse yerine başka bir halk koyabilecekleri…
Beşiktaş Başkanı tribünden yükselen güvensizlik karşısında ‘Taraftar kalitesinin yükseltilmesi’nden söz ediyor. Sanki taraftar bir ürün, bir mal. Mühendisler formülleri uygulayıp kaliteyi yükseltecekler. Asıl kaliteye ihtiyacı olanlar kulüplerin başına çöreklenmişler aslında.
Tuttuğum takımın tek hakikati olarak paranın dayatılmasından utanç duyuyorum. Kulüplerin sadece başkan ve yönetimlerden ibaret görülmesini, taraftara meta muamelesi yapılmasını kabullenemiyorum. Her şey paraysa, o zaman bastırın trilyonları da yaratın başka bir Beşiktaş, başka bir Fenerbahçe, başka bir Galatasaray. Çünkü bu isimler ticari bir ürün, bir marka değil. Tarihin derinliklerine kök salmış, taraftarın gönlünde yaşayan bir toplumsal varlık. Bir canlı arma.
Tekel işçilerinin direnişleri yüzyıl başında hak arama bayrağını açan Cibali Tütün Fabrikası çalışanlarından güç alıyor. Onun için “Tek-el’in de sesi var.” Bakalım, Cibali grevleriyle aynı zamanda kurulmuş Beşiktaş’ın Kongre üyelerinin sesi var mı?
SPOT IŞIĞI
Gülengül Arslanoğlu Altınsay
Şahsi hayatlarını teşhir etmek ile fikir beyan etmeyi birbirine karıştıran gazete yazarlarından olmamaya
özen gösterdim hep. Ne var ki, yakın çevremiz dışında çoğu kişinin karı-koca olduğumuzu bilmediği, bilmesinin de gerekmediği Gülengül Altınsay, Murat Aksu’nun listesinden Beşiktaş seçimlerine girince iş kamusal alana yansıdı.
Kongre’ye ilişkin görüşlerimi iki hafta boyunca burada okuyabilirsiniz. Program, seçim stratejisi ve ekip konularında azami bir birliktelik sağlayamadığım için Aksu’nun listesine girmedim. Gülengül ise kulübü mevcut anlayıştan kurtarmayı bir görev bildi ve çok sevdiği gazetecilik-yazarlık işini dondurarak öne çıktı. Bunlar ayrı gelişmiş süreçler. İkimiz de ayrı takımları tutuyor olabilirdik. Beşiktaş’ta aynı listede, ya da, biraz zor (!) gerçi ama ayrı listelerde yer alabilirdik.
Şunu belirtmem gerek. Gülengül benden çok daha eski, 21 yıldır, Beşiktaş üyesi… Benden çok eski ve profesyonel bir spor yazarı… Spor yazarlığına başladığı günden bu yana Fulya’daki antrenmanlardan eksik olmadı. Sadece Beşiktaş’ın değil, ülkenin ve futbolun bütün sorunlarına cesur, içten ve yapıcı yaklaştı. Beşiktaş’ta ve futbol medyasında uzun süre ben, ‘Gülengül Altınsay’ın eşi’ olarak bilindim.
Şunu da ekleyeyim. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın bulunur” diye bir palavra sıkça tekrarlanır. Güya kadınlara iltifat edilecek. Aslında “Her başarılı erkeğin geriye ittiği bir kadın vardır.” Beşiktaş’taki yöneticiliğim sırasında, Gülengül geride durmaktan gocunmadı. Gocunmak bir yana koşulsuz destek gösterdi. Bu ‘talihsizliğe’ Beşiktaş’ın iyiliği için katlandı.
Bakalım ben ona aynı desteği gösterebilecek miyim? Çünkü O, haydi burada olumlu cinsiyet ayrımcılığı yapayım, bir kadın ayrıca. Bozan yıkan değil, yapan büyüten. Nefret eden değil, acıyan ve seven. Öldüren değil, hayata getiren. Rekabetten önce dayanışmaya özen gösteren.
Aynen biricik Elvan Abeylegesse’mizin koşu ayakkabılarını rakibine vermesi ve bunu hâlâ çok olağan bir davranış olarak görmesi gibi.
İbrahim Altınsay / Radikal