Siz hangi Beşiktaş’ı tutuyorsunuz?
Yıldırım Türker’i okuduğunuzda genelde boğazınıza bir yumruk oturur. Üstelik o yumruk sabah vapur sefasına ya da patlamamış afyonun kuytusuna denk gelirse tek yutkunmada da geçmez.
Gündelik yaşam içerisinde ‘kaynatmaya’ çalıştığınız duyarlılıklarınızı teyakkuza geçiren iğneler gibidir o yazılar. Bu memlekette hasbelkader bir şeylerin oturduğunu zannettiğiniz, ya da ‘her şey o kadar kötü değil’ diye kendinizi kandırdığınız anlarda arkaya bir uzun pas gönderir, ofsaydı bozan defans oyuncusu gibi kalakalırsınız. Türker, hukukun, kaybedilen vicdanın, sosyal duyarlılıkların öyle bugünden yarına ‘şak-tak’ kolaylığında oturmayacağını söyler bize; en iç kıyıcı örnekleriyle hem de.
Bunun için uyanık olmak gerektiğini, hep teyakkuzda olmanın önemini vurgular. Onu okuyarak başladığınız her hafta bir iç sorguyla açılır: “Bugün vicdanın için ne yaptın?”
Bizim gibi futbola bakarak hayatı okumaya çalışanların durumu bu açıdan biraz daha zor gibi. Deplasmanda atılan bir gol iki gol sayılır misali, ülkedeki vicdansızlık, hukuksuzluk, gündelik şiddet neyse, futbolda hep daha fazlası var. Nereden tutsanız elinizde kalır. Memleket ‘açılım’ı tartışırken en son Bursa’da ve daha önce (muhtemelen bundan sonra da) Misak-ı Milli’nin şovenizm sıkıntısı yaşamayan her bölgesinde Diyarbakırspor’un gördüğü muameleyi nasıl anlamlandırabiliriz ki? Hadi bu yeni bir şey değil! Peki en son Beşiktaş tribünlerinde zuhur eden, daha önce Fenerbahçe ve Galatasaray tribünlerinde de çeşitli versiyonlarını izlediğimiz olaylara ne demeli?
Bilgi kirliliği, laf kalabalığı, dezenformasyonla üzerini kapatmaya çalışıyorlar, ama kimse yemiyor. Geçen hafta İnönü Stadı’nda olanlar tüyler ürperticidir. Sadece şu soruları sormak bile ne olduğunu anlamak için yeterli. Neden Denizli maçında numaralı bilet satılmadı? Kapalı tribünde ilk defa görülen o karanlık simaları içeri kim soktu? Ortada tek kelime küfür yokken, söz konusu olan sadece bir protestoyken, birileri neden bunu kavga sebebi yaptı? Türkiye’de ‘yeter’ dediği için böyle acımasızca dövülen kaç kişi tanıyorsunuz? Bütün bu tiyatroda kimi samimi buluyorsunuz? Mazlumu oynayan Beşiktaş başkanını mı? Yoksa illallah diyenleri mi? Bakın, Denizli maçındaki olayların üzerinden öyle kolayca geçip gidemezsiniz, gitmemelisiniz. Orada darp edilmiş, ağzı burnu kırılmış insanlar var. Son derece makul bir protestoyu bile hazmedemeyenlerin hoşgörüsüzlüğü var. Hatta ortada düpedüz örgütlü bir suç ve bunu işlemek için teşekkül etmiş güçler var. Peki herhangi bir adli ya da idari soruşturma başlatıldı mı? Tabii ki hayır! Çünkü körlerle sağırlar birbirlerinin kademesini hiç bırakmazlar.
Asıl soru şu: Bundan sonra ne olacak? Tribünler yapay bir barışa mı zorlanacak? Yoksa paralı askerlerin zulmü devam mı edecek? Dün Tanıl Bora’nın dediği gibi eğer “Medeniyetin ve Beşiktaş’ın bittiği gün” o günse, hayat bir daha eski düzende akmamalı, değil mi? O gün net bir şekilde gördük ki, Beşiktaşlılık çoğul bir şey ve iki tarafın Beşiktaş’ı aynı şey değil. O yüzden derim ki, önceki gün nefis bir yazı yazan Banu Yelkovan’ın babası da dahil bugün her zamankinden daha fazla Beşiktaşlı olma zamanı. O ceberut adamlara, o paralı askerlere inat, yönetimi protesto etmek isteyen tribünlere sahip çıkmalı. Bugün, “Tamam, neyse, oldu bir kere, artık bir aradayız” deme günü değil. Bugün kötü giden ne varsa onu öne çıkarma günü. Feridun Düzağaç’la, İbrahim Altınsay’la, Banu Yelkovan’ın babasıyla Yıldırım Demirören, Sinan Engin, Levent Erdoğan, Celal Kolot, Erdal Acar aynı Beşiktaş’ı tutmuyor çünkü. Hangi Beşiktaş’ı tercih ettiğiniz bu dönemde belli olacak.
NtvSpor’da ‘Yenilsen de Yensen de’ programına gelen Ömer Özlü’nün mailiyle bitiriyorum bu yazıyı. Çünkü onun betimlediği taraftarlar tribüne sahip çıkmazsa bundan sonra halimiz dumandır.
“Bu ülkede ideal taraftar: Kapalı tribüne beleş girmektense açık tribünde parasıyla yağmur yemeyi göze alan… Rakip takımın kullandığı serbest vuruşlara bakamayacak kadar maçı yaşayan… Belediye otobüsü stadın önünden geçerken kafasını adeta 180 derece çevirerek boş tribünleri mayhoş duygularla seyreden… Kongre, para, delege, yönetim kurulu, taraftar otobüsü, toplu bilet, güvenlik görevlisi gibi laflar duydukça kafası karışan, midesi bulanan… Ve bir gün o tribünlerde insan gibi muamele göreceğinden umudunu kesmeyen bir garibandır.”
Bağış Erten / Radikal