Gündem

İstanbul Ağrısı

 

Yazdan kalma bir günde kalabalık kahvaltı sofrasında insanlıktan çıkana dek yedikten sonra dostlarla yürüyerek kısa bir Istanbul turu yapmak güzeldi… Özlemişiz birbirimizi… Mesafenin nasıl birşey olduğunu biraraya gelince anlıyor insan…. Kalabalık grup, birbirine karışan sesler, sözler, sallana sallana, söylene söylene, birbirimize şımararak yürümek de günün bahşişiydi..

ss1Bir zaman Anadolu Yakasında oturan bir arkadaşımın evinden çıkıp bir kaç kişi “hadi yürüyelim biraz” diyecek olduk… Ne mümkün? Yürüyüşün yarısı insanlarla çarpışarak, yarısı da egzos dumanlarını soluyarak  geçti, ta ki kendimizi bir parka atana kadar kadar. Yani yürüyüş yapılacaksa bir parkta yapılmak zorunda bu şehirde, diğer türlü ayağınızın değdiği  her yerin bir sahibi var. Parklar da cam kırıklarıyla dolu.

Şehir demek  cadde demek, sokak demektir. Başını kaldırdığında güzel binalar görmeli insan, sokaklarında özgürce, amaçsızca, nereye gittiğini bilmeden yürüyebilmeli Şehirde gezmeye çıktığınızda yol sizi götürmeli.

Sıraselviler’den Taksim Meydanı’na, devam edip Galata’ya doğru yürümeye koyulmuşken, Galatasaray’da biteceğini düşündüğüm gecekondu kalabalığı Tünel’e kadar devam edince  sıkıldım, boğuldum. Zaten sevmem kalabalığı, bunaldım büsbütün. Bunu Istanbul’da yapabileniniz var mı? Ben yapamıyorum. Ne Anadolu yakasında yapabiliyorum, ne Avrupa yakasında.

ss2 Tabii cehennemin dibi sayılabilecek semtlerdeki fiyatı ederinin on katı site bahçelerinden bahsetmiyorum, bana göre İstanbul oralar değildir. Şehirde yaşamak, caddede sokakta yürümek demektir. Hatta, “amaçsız gezinmek” demektir. Biz de bunu yapmak mümkün değil. Bizde burjuvazi, sokakları alt sınıfa bırakıyor, Kadıköy vapurunu bıraktığı gibi… Kendi arabasının içinde gide gele, kendi özel bölgelerine sığınıyor… Dağ başlarında kurulu “siteler”, ücra bayırlarda alışveriş ve eğlence merkezleri… Bir de sonradan üretilmiş, Bağdat Caddesi… O da, kafanı kaldırıp binaların çirkinliğini görmemek kaydıyla… “Göz hizasında” kalacaksın! Ne yalan söyleyeyim oldum olası Bağdat Caddesini de sevemedim. Bağdat Caddesi ile Samsun’daki 19 Mayıs caddesi arasındaki farkı anlayamadım. İstanbul’dan Bağdat Caddesi’ni çıkarsanız ne eksilir ki? En fazla piyasa yapan körpe tazelerle, gölden balık tutmaya çalışan niteliksiz insan kalabalığı. İstanbul’u İstanbul yapan yer değildir Bağdat Caddesi, olmazsa ölmeyiz nitekim.

ss3

En son geçen yaz, avukat arkadaşımızı ofisinden alıp yemeğe gitmek için uğrayacak olduk, bana afakanlar bastı o caddede… Ama “caddedeydim” deme durumu var insanlarda, böyle bir sosyolojik arızamız da var. Yani zenginlik çok, ne ararsan…

sampiyonlar ligi WTS 2

Beyoğlu, diyeceksiniz… Çok sevdiğim ve vazgeçemediğim bir  hayal.. Kötü taraflarını görmezden gelip yaşadığım bir hayal. Düşünürüm, neden Beyoğlu’nu eskisi gibi kendi haline, kendi huzuruyla bırakmadığımızı…

Geçen gece uzun zamandır görmediğim bir dostumu yemeğe götürecek oldum. Beyoğlu’na…  Yemeğin ardından bir kaç mekana uğrayıp, sabaha karşı eve dönerken Beyoğlu’nda hala insan güruhunun üstümüze geldiğini farkettiğinde, içtiği onca içkiden eser kalmamış vaziyette ayıldı, hayret dolu bakışlarını anlatamam. Evet şehir yaşıyor, bir yandan bu iyi… Avrupa’nın belirli şehirleri dışında bu yaşamı görmeniz zor… Ama bir yandan da daha önceleri Galatasaray’da, şimdilerde ise Tünel’e doğru sona eren gecekondu gençliği rahatsız edici, sarsak bir kalabalık… Son zamanlarda türeyen kimliksiz gençlerin grup şeklinde “en büyük feeeener başka büyük yok” nida atmaları, nida atarken de acaba yeterince ilgi çekebildim mi, herkes beni izliyor mu bakışlarını gecenin iki buçuğunda duymak da rahatsız edici, görmek de, yazmak da… Nitelikli nüfusumuz çok az, kalanı da sokaklarda en büyük feeener, dünyayı yener bağırtılarıyla kimliğini arayan, bağırınca önemli olan bir grup kaybolmuş insan.

Onun dışında sosyetik Bebek Parkı var. Eve iki adım mesafede yere son iki yıldır gidemiyoruz, sıtkım sıyrıldı derler ya, işte o. Bir dönem Yeşilköy’den de aynı nedenle kaçmıştık. Karpuzcu, piknikçi evsafının waffle’cı ve sosyetik kafeci versiyonları Bebek Parkı’nda.. Çocuklu olanları oradan çıkıp markalı balıkçılarda yemek yemeye geliyorlar, çocukları da sosyetik çimlere basmış oluyor. Yani yeşilimiz çok az, olanlar da yavaş yavaş markalı hale geldi.

ss4

Kendinizi atacağınız diğer bir yer alışveriş merkezleri…  Trafikle boğuşarak alışveriş merkezine gelip doğruca yedi kat dibindeki otoparka dalmak, oradan “dikine” çıkıp hem yemeğini yemek, alacağını almak, göreceğini görmek, sonra gene “açık havayla temas etmeden” arabana binip gitmek… Avcılar ve Bağcılar gibi kent varoşlarından İstinye Park’a gitmek var yeni trendde.

Bu akıllı tabakanın bulundukları semtteki alışveriş merkezleri ile  kendilerine onlarca kilometre uzaklıkta bulunan markalı alışveriş merkezlerinde bulunan dükkanların ismi aynı da,  sattıkları ürünler farklı mı merak ederim? Yeşilköy’deki Fuckko ile Akmerkez’de bulunanın arasındaki fark nedir? Buralara girince çıkmak da zordur. Merdivenler bile hemen öyle aradığınız zaman gelmez karşınıza. Daha çok alışveriş edebilmeniz için aşağı inen ya da yukarı çıkan merdivenler üçyüz altmış derece gezdirir sizi katta.

Alışveriş edenler iyice yorulduktan sonra, yorgun argın gövdeler olarak dışarı fırlatıyor ve kendilerini bitkin bir şekilde kafe”lere

ss5atıyorlar. Kafe”lerde kahvenin yanına mutlaka tatlı bir şey yeniyor çünkü beyin yorulmuş oluyor seçimler yaparken. Bluzun yeşili mi kırmızısı mı? Pantolonun fermuarlısı mı düğmelisi mi? Falan filan derken bir milyon olmuş kafa şekere ve karbonhidrata ihtiyaç duyuyor fena şekilde. Sonra o şekerli, karbonhidratlı besinler lüp lüp yendikten sonra bastırıyor mu suçluluk duygusu. Haydi bakalım Nişantaşı”nda ve benzer semtlerde bolca bulunan güzellik salonlarına, spor salonlarına, saunalara. Neden? Çemberi tamamlayacak mağaza seferberliğinde alınacak giysilere sığabilmek için. Sonra tekrar mağazalar, tekrar kafeler ve tekrar güzellik salonları ve böyle devam edip gider. İnsan yabancı birini gezdirirken yaşadığı yere de onun gözleriyle bakmaya başlar. Bir tür aniden turist olursunuz kendi hayatınızın içinde. Şöyle bir baktım Nişantaşı”na. Tam bir tüketim semti, üretilen bir şey yok.

Bu gibi merkezlerin avlusuna sokak benzeri birtakım yollar da açıyorlar ama cansız. Hatta, ürkütücü. “Oturma bölgelerinde” de bu böyle. Hele gece basınca, bu sitelerin blok aralarına yapılmış zorlama sokakları, aşırı sessiz ve “insansız” görünümleriyle birer korku filmi dekorunu andırıyorlar…

ss6

Yakın geçmişte yurtdışında yaşayan bir dostumuzu İstanbul’da gezdirecek olduk, merak etmiş Nişantaşı’nı, Taksim’i… Gezdirirken “işte şu gördüğün şu, bu gördüğün cafe, restaurant, bar”, “buralar buralar da dükkan, mağaza, alışveriş merkezi” diyerek anlattık. Eh sizde kalan bende eksik bir bilgi var mı?

Dostlarımla Türkiye’ye gelen bir amerikalının cümlesi içimi sızlattı, sızlatan farkında olmadan yaşadığımızı farketmek belki de…  “Hergün müthiş birşey yapıyorsunuz, Asya’dan Avrupa’ya geçiyorsunuz” dedi.

Yirmi birinci yüzyılda böyle yaşanacak. Halk sokakta, burjuvazi, kurtarılmış olduğunu sandığı “lüks gettolarda”. Elbette herkes deniz kıyısında oturmuyor, fakat sokak araları da çekilmez oldu. Araba koyacak yer bulmak büyük sorun, arabanı ertesi gün bıraktığın yerde bulup bulamayacağın ayrı bir soru işareti… “Cadde üstü” oturmak apayrı bir eziyet. Tozu pisi bir yana otopark problemi var. Çünkü o apartmanlar yapıldığında ve o daireler alındığında, ne müteahhit ne de müşteri düşündüler arabaları nerelerine sokacaklarını! Bu gibi merkezlerin avlusuna sokak benzeri birtakım yollar da açıyorlar ama cansız. Hatta, ürkütücü. “Oturma bölgelerinde” de bu böyle. Hele gece basınca, bilmem kaçyüz bin dolara satılan lüks sitelerin blok aralarına yapılmış zorlama sokakları, aşırı sessiz ve “insansız” görünümleriyle birer korku filmi dekorunu andırıyorlar…

Diyeceğim, çarşı çarşı gibi değil, pazar pazar gibi, sokak sokak gibi… Zaten sokaklarda kaldırım denen, ayaklarınızı koyacağınız yerler de bitti, gecekondu otoparkçıları sayesinde… Yakında kaldırımlarda yürümek için de birilerine para ödememiz gerekecek mi, merak ediyor insan..

Her şeye rağmen yaşıyoruz… Lakin, gün gelip de kendini İstanbul’dan daha fazla sevmeye başladı mı insan, çekip gidiyor ardına bakmadan… Ardına bir kez döndüğü zaman gidememe ihtimali var.

Özlediğim İstanbul’u Attila İlhan’ın dizelerinde bulurum… Dizelere verdiği isim bile kabartır yüreğimi.
Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
Yıldızlar kaynarken
Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
Demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
Mavi asfaltlara çökmüş
Diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul’san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı’nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa’dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul’san
Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ……. eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan’i
Zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite’den
Tophane İskelesi’nde diesel kamyonları sarhoş
Direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şöförler
Uykusuz dalgalanıyor
Ulan İstanbul sen misin
Senin ellerin mi bu eller
Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
Liman liman götüren
Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
Neden durmaksızın imdat kıvılcımlari fışkırıyor
Antenlerinden
Neden
Peki İstanbul ya ben
Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
Ya benim kahrım
Ya senin ağrın
Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
Çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
Burgu burgu içime boşalttığın
O senin ağrın
O senin
Eğer sen yine İstanbul’san
Yanılmıyorsam
Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
Satır satır okumak istediğim
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
Sen kazandın ben yenildim
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine emrindeyim
Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
Yanılmıyorsam
Sen eğer yine İstanbul’san
Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül’ünde birader mirc ve ben
Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
Unuttun mu
Sana taptık….

İstanbul’um….
Bahtsız peygamberim…

beyaz

Dikkati Çekenler

46 Yorum

  1. kahkaha ve esprilerinizle inlettiğiniz kahvaltı masanızda olmaktan gurur duyduk bağğyan 😛 Biz bi daha isteriz, kahvaltı!

  2. Amerikanya’dan geldik geleli yaptığımız en güzel kahvaltıydı valla. 2 yıl önce ettiğimiz kahvaltıdan bu yana ismi değişmiş ama kendi aynı kalmış Leyla (Meyra)nın. Sabah kahvaltısında kavurma yiyebilen ağzın dert görmesin bidenem 😛 😛 🙂 🙂 🙂

  3. Fransızca flaner fiili vardır. Özlediğiniz eylemi tam anlatır yani ayaklarınızın götürdüğü yere gidersiniz, amaçsız başıboş dolaşırsınız. Türkiye’de yapılmaz ya halk öküz gibi bakar ya da zaten yol yoktur. Atilla İlhan şiiriyle bağlamanız da güzel olmuş.

  4. Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
    Yıldızlar kaynarken
    Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
    Sen
    Eğer yine İstanbul’san
    Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
    Pançak pançak şiirler tüküreceğim

    istanbul aşkınızı biliyorum ve sizi iyi anlıyorum. yazı için teşekkürler.

  5. “Bir ülkenin gelişmişlik seviyesi, o ülkedeki kaldırımların yüksekliğiyle ters orantılıdır.” Bu söz belki de kent içi yolların iki kenarındaki, yayaların yol boyunca yürümesi için yapılan yüksekçe platformlar, yani kaldırımlar için söylenmiş en anlamlı ve en bilinen sözdür. Daha önce yurt dışına çıkıp gelişmiş ülkelerdeki gelişmiş kentleri görme fırsatı bulanlar bu yorumun doğruluğunu onaylayacaklardır. Türkiye’de arabaların park etmesini önlemek amacıyla gittikçe yükseltilen ve sıra sıra babalar dikilen kaldırımlarda yürümek, kalitesiz malzeme kullanımı ve hatalı uygulamalar nedeniyle yayalar için işkence haline geldi.

  6. Merhaba güzel bakışlı arkadaşım. Benim de kaldırımlar ve yollar ile ilgili söyleyeceğim bir kaç husus var.

    Türk Standartları Enstitüsü’nün “Şehiriçi Yollar – Yaya Kaldırımı Koruyucu Engelleri – Tasarım Kuralları” el kitabındaki ideal kaldırım tanımına bakacak olursak, her gün üzerinde koşturduğumuz kaldırımların büyük bir kısmının belirlenen standartlardan oldukça uzak olduğunu görebiliriz:

    – Kısmen hemzemin kesişmeli, yarı erişme kontrollü çevre yollarında, yaya kaldırımı genişliği en az 1,50 metre olmalı.

    – Yaya kaldırımı yapılması gerekli olmayan hallerde 0,75 – 2 metre genişliğinde banket yapılmalı. Bölge bağlantı, bölge içi toplayıcı, bölge içi ve servis yollarında taşıt yolunun her iki tarafına en az 2 metre genişliğinde yaya yolu yapılmalı.

    – Ön bahçesiz yapı düzenine sahip yollardaki yaya kaldırımı, en az 2,50 metre genişliğinde, yaya trafiğinin yoğun olduğu ticaret, büro, resmi daireler gibi benzeri kullanımların yer aldığı merkezi iş bölgelerinde ise yaya kaldırımı genişliği en az 5 metre olmalı.

    – Yaya kaldırımında yayanın emniyetle yürümesine mani olacak çiçeklik, taş veya demir gibi her türlü engellerle, elektrik direği, trafik işaret direği, ilan levhaları ağaç ve benzeri elemanlar bulunmamalı. Kaldırım üzerine yapılan alt yapıya ait rögar, baca kontrol ve benzeri tesislerin kapakları kaplama yüzeyiyle aynı düzlemde olmalı.

    – Yayanın ayağının takılacağı beton veya demir baba veya diğer herhangi bir çıkıntı, bitmiş kaplama taşında topukların girebileceği genişlikteki delikli yüzeylerden kaçınılmalı.

  7. İstanbul’un güzide semtlerinden Moda ve Feneryolu’ndan çektiğimiz fotoğraflar, kaldırımların içler acısı durumunu gözler önüne seriyor. Bu fotoğraflardan da anlaşılabileceği gibi; Ege Cansen’in bundan yaklaşık beş yıl öncesi için tarif ettiği kaldırımlar, geçen zamana rağmen, en gelişmiş semtlerimizde bile hala her adımda ayağımıza çelme takıyor.

    Kahvaltı için teşekkür etmeyi unuttum, bence de harikaydı, sıra akşam yemeği ve partide.

  8. flaner edenlere de flaneur denir franşışçaa 🙂

  9. BU ŞEHRİN EN GÜZEL YERLERİ TALAN OLDU MAALESEF ARTIK GERİDEKİ GÜZELLİKLERİ SADECE HATIRLAYABİLİYORUZ. ÖNCE BİZİM İNSANIMIZ MAHVETTİ. ÖNCEDEN BU ŞEHİRDE AYAKLARINIZIN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİDERDİNİZ VE HER GİTTİĞİNİZ YER GÜZELDİ, ŞİMDİ EN UFAK TATİLDE KAÇIYORUZ HEPİMİZ.

  10. Çok eskilerden kalma bir tasarıya göre İstanbul’da Bebek’in de dahil odluğu Boğaz köylerine sadece ara yollarla ulaşmak mümkün olacaktı. Buraları birbirine başlayan o devasa sahil yolu inşa edilmeseydi eğer Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Hisar gibi yerlere ulaşım sadece tek bir noktadan, birbirinden bağımsız olarak gerçekleşecekti. Bu, bir anlamda o semtleri koruyacak, oraların özel ve ulaşılmaz olduğunu vurgulayacaktı. Ama bir anlamda da anti-demokratik olacaktı. Tıpkı yalılar gibi. Herkese ait olan bir deniz var şehrin ortasında, ancak bundan sadece belli bir elit kesim faydalanıyor, dahası evleri duvarlarıyla o şehrin sakinlerinin denize ulaşımını da engelliyor.

  11. Bebek’e en büyük kötülüğü bir bar yaptı. Trafiği mahvetti, lüzumsuz insanlara, kirli paraya semtin kapılarını açtı. O küçücük Bebek sokakları jiplerle, devasa arabalarla doldu. İş o medyatik barın önünde silahların patlamasına kadar vardı , aniden kepenkler kapatıldı ve hiçbir şey söylenmedi. Kepenkler kapatılınca arabaya bindik, tam Bebek’e doğru dönecekken ‘kapı’ kavgası yüzünden mermiler uçuşuyordu.
    Lucca’nın kesinlikle Bebek’ten gitmesi gerekir. Cebinde parası olan, zengin züppesi, cebi silahlı adamları besliyor Lucca ve semte kesinlikle yakışan bir mekan değil.

  12. Özellikle Beşiktaş’ın yarasına bastınız. İşe yaramaz ve para delisi, beyefendi görünen ama arkasında ne yaptığı belli olmayan bir başkan tarafından yönetiliyoruz. Ama birtek beşiktaş belediyesi değil çok önemli semtlerde çok önemli cinayetler işlendi, failleri de belediye başkanı. Doğrusu, belediyeler İstanbul’un iki çok önemli semtinde cinayet işlediler. Eminim kendileri gurur duyuyorlardır ancak Nişantaşı ve Bebek’te son 10 yıl içinde yapılan yanlış planlama tam anlamıyla bir şehircilik cinayeti oldu.Bu iki semtin cazip olmasının sebepleri ulaşılamaz olmalarında yatıyordu büyük çoğunlukla. Dışarıdan insanların ilgisini çekecek yerler olmadığı için semt kendi kendini hem kültürel hem de estetik olarak koruyabiliyordu. Nitekim Nişantaşı’nda yaşamak bu yüzden önemliydi.Ancak şehir planlamacıları bunu yanlış yorumlamışa benziyorlar. Estetik olarak güzel kalmış semte yatırımı çekerek ekonomi yarattılar ancak buraları özel kılan bütün sebepler de dış istila yüzünden yok oldu. Şimdi bu semtlere adım atmaktan korkuyoruz.

  13. Doğma büyüme nişantaşılı sonradan olma Beşiktaş’lıyım. Nişantaşı, insanların birbirini tanıdığı, semtin sakinlerinin belli olduğu, işi olmayanın da pek gitmediği bir yerken aniden cafeler, mağazalar, barlar, dükkanlarla yüzünü dışarıya çevirdi. Yapılan festivaller birçok semt sakininin canını sıkıyor. İnsanlar uyuyamıyor, evlerine ulaşamıyor, yürüyemiyorlar. Suç da dışarıdan gelenlerin etkisiyle arttı. Halbuki bu iş için Rumeli Caddesi vardı hali hazırda, orası öldürüldü ve evlerin olduğu Abdi İpekçi’ye yapıldı bütün yatırımlar.Şimdi aynı zulmü Bebek çekiyor. Hepimizin aldatıldık, geçici süre kandık ve orada bir eğlence kültürü oluşabileceğine inandık. Eğlenceye kendimizi kaptırdığımızdan bu kulübün, bu semte ve daha da geniş ölçekte şehrimize vereceği zararı düşünemedik. Keşke bu yazıyı seri halinde ve daha uzun daha somut tespitlerle yazsaydınız.

  14. Siz Bebek’ten dertlisiniz biz de yazar hanım. Balkonumuzda sizinle şöyle bir çay içme keyfi yapmak için, Levent’te bulunan evinizden bize kadar 2 saat gelmenizi bekleyeceğiz anlaşılan. Önümüzdeki yaz trafik daha da büyük bir sorun olacak Bebek’te. Belediye de bir akıl tutulması yaşıyor zaten, daracık yola refüjle hayatı imkansızlaştırıyor. Üstelik üst üste yeni yerlerin açılmasına ruhsat veriliyor. Boş alanlara beton dökülüyor, semt dışarıdan yeni istilalara cafe ve bar müşterisi maskesi altında açılıyor.Aynı belediye, kalkıp da Bebek’te mekan açmak isteyenlere “Kusura bakmayın, Bebek’in dokusu sizin yatırımlarınıza uygun değil, başka bir yere gitmek zorundasınız” diye semti de korumuyor. Gidelim buralardan beah!

  15. Attila İlhan’ın şiiri çok güzel gitmiş vallaha 🙂

  16. istanbul ki anlamlara, şiirlere sığmayan, milyon yıllık masaldır.
    at hırsızlığından imparatorluğa yükselen jüstinyen’in ayasofya’sı, mimar sinan’ın süleymaniyesi, almanlar’ın haydarpaşa’daki tren garı, salacak’ın mağrur prensesi kız kulesi, ittihat ve terakki’nin kurulduğu tıbbıye’yi şahane, ve saraylar ve yoksulluklar ve isyanlar ve şairler kentidir istanbul…

  17. o; frapan ve hafif meşrep bir kadındır. o; rumeli hisarı’nda orhan veli’nin biçare çağırdığı türküsüdür, nazım’ın varna kıyısındaki, rusya steplerindeki durdurulamayan özlemleridir. o; attila ilhan’ın meşhur “istanbul ağrısı”, tevfik’in “sis”i, ve yahya kemal’in bir tepesinden bakıp yalnızlıklara saplandığı “aziz” şehridir…
    o’nu özlemek, kaçınılmaz bir çıldırmaktır… o’nu gerçekten tanımak, cehennemlerle yüklü bir ayrıcalıktır.

    Fotolar çok güzel, özellikle bisikletli olan 🙂

  18. ne demişti sokak adamı şairim ; ağzıma sıçtın istanbul ama ben yine de sana kaldırıyorum şarap şişemi! Sizinki de o hesap Sn. Sökmen. Yazı güzel olmuş, kaleminize sağlık.

  19. Dost deyince, kadın deyince, sevgi deyince, neşe deyince ilk sen gelirsin aklıma oldum olası. Herkes herkesten koptu, hiçkimse senden kopmadı. Sen bizden kopsan da bir yanın asılı kaldı bizde dostum. Yıllar sonra dost sofrasında oturmak çok güzeldi. Evin yine sıcacık, sade ve samimiydi. Bize yaşattığın güzel ve temiz dostluk için, deliliğin ve tutkuyla yaşadığın hayatın için teşekkürler. İyi ki seni tanıdık ve varsın hayatımızda.

  20. Beyoğlu’nun binalarını da çirkinleştirdiler eski binaları belediyeye rüşvet verip kafanıza göre yaptırmanız mümkün. tarihi eserler kurulu diye bir yer var kanunlar değil rüşvet çalışıyor

  21. bu gazeteye yeni abone oldum her sabah okuyorum çay kahve içerken inşallah genç yaşta ölmez de yaşar bu gazete

  22. Unutulmamalıdır ki… Devinimden yoksun kentlerin (işlevsel bütünlüğü olmayan) gelecekleri olmaz ve tarihsel süreç içersinde yok olmaya yada önemlerini yitirmeye mahkumdurlar. Aynı zamanda tarihsel sürekliliğin sağlanması ve geçmiş ekinlerin toplumsal ve fiziksel ürünlerinin günümüz koşullarına uydurulması, ortak bir kent ekininin oluşturulması kentlerin yaşamları için vazgeçilmez bir unsurdur.

  23. Doğal bir varlık olan insan, doğal olmayan, doğal olmamakla yetinmeyip hiç bir estetik, sanatsal ve insansal kaygı taşımayan bu uzamlarda küçülmekte, yalnızlaşmakta ve giderek bu dev kentsel cenderede yitmektedir.

  24. Bir insan kentin her tarafında kolaylıkla ve tehlikesizce dolaşabilmelidir. Bölümler arasında öyle bir bağlantı olmalıdır ki, konut,çalışma ve eğlence için uygun iç içe organik bir bağ yaratılmış olsun, aynı zamanda içindeki yaşayanların doğal öğelerin ve kırsal çevreyle ilgisi kesilmesin. Fiziksel bakımdan kent, bakışımıza yönelen bir objeler bütünüdür. Böyle bir kompozisyon, kendisini inceleyene zevk vermeli, ekonomik yönden düşünceler bir arada olmalıdır.

  25. Merhaba Attila İlhan’ı zaten çok severim. İstanbul’u da çok severim. Söylediğiniz semtleri de severim.

  26. ümraniye çekmeköy sarıgazi halkalı çöplüğü gibi yerlerde insan korkar gerçekten oralar şehir değildir banliyödür ve çirkin görünümlü banliyölerdir. dünyanın hiçbir yerinde de bu paralara satılmaz. sırf deprem yönetmeliğine uygun diye pazarlıyorlar bu durum zaten olması gereken birşeydir. türkiyede halk hem soyuluyor hem de kent kültüründen kopuk bir şekle getiriliyor.

  27. istanbul’u şiirlerdeki gibi yaşayabilseydik keşke. siz bir beyoğlu aşığısınız bunu biliyorum seçil ablacım. mutluluk ve sağlık diliyorum. gülen yüzün hiç solmasın. ekin-sema-turgay erdem

  28. gerçeklere değinmişsiniz. bu gazetenin yakında kapanacağını duymuştuk, doğru değilmiş demekki devamlı haber çıkıyor

  29. İstanbul’a geldiğimde çok küçük bir kızdım çok güzel zamanlarına şahit oldum bu halini görmek beni son derece üzüyor eroine alıştırılmış ve günden güne benzi solan bir kadın gibi.

  30. okur bastırınca işe yaramış artık daha sık yazıyorsunuz ben de buna seviniyorum 🙂

  31. eleştirilerinizde haklısınız mizah anlayışınız da güzel ama bunları bizden önce belediye başkanlarının okuması lazım. Okumaları ve yapışkan dolu koltuklarından bir an önce kalkmaları lazım

  32. bu sorun sadece istanbul sorunu değildir türkiyede hiçbir yerde kent kültürü yoktur bu da belediyeden içinde yaşayan insana kadar herkesin sorumluluğudur. kent bilinci olmayan insan neyi kimden koruyacak sayın yazar?

  33. Güzel kalpli ve güzel düşünceli arkadaşım. Sana beynini bu kadar çalıştırma diyorum, akıllı kadını sevmezler bu memlekette 🙂

  34. Londra’dan sevgiler. Çok özledim seninle her karışını gezdiğim İstanbul’u. Londra’ya beklerim.

  35. Merhaba, Güzel İstanbul’u öyle anlatmışsınız ki, neredeyse insan yerine koymuşsunuz. Çok beğendim anlatım ve yazım tarzınızı. Hayata karşı romantik bir o kadar da burjuvazi, yanında da samimi bir bakışınız olduğunu hissettirdi yazış tarzınız.

  36. Yazar Hanım pek keyifli ve rafine bir insandır. Dikkat ederler şehir şehir gibi mi, kaldırımlar düzenli mi, insanlar birbirine nazik ve hoşgörülü mü diye. Kimse farketmez ama o dikkat eder ve hissettirmez gözüne çarpan şeyleri.

  37. haklısınız bebek bugün tercih edilen bir bölge değil, on yıl önce talan edilen etiler bugün yerini bebek’e bıraktı, şimdi bebek talan ediliyor.

  38. beşiktaşın belediye başkanının değişmesini istiyoruz sayın ismail ünal ilçeye hiçbir yatırım yapmıyor üstelik istanbulun en kalburüstü semti hiçbir problemimizle ilgilenmiyor seçimden seçime ismini duyuyoruz sadece. bebekin bu hale gelmesinin tek sorumlusun ismail ünaldır. hiçbir belediyecilik anlayışı olmayan kokteyl insanıdır.

  39. bebek parkı rezalet oldu ünlüler geçidi gibi mahvoldu güzelim semt gecekondu gibi oldu

  40. İyi ki geldin arkadaşım yanımıza, seni çok çok özlemişiz. Yine gel bekliyoruz. Nida – Michele – Pierre Cordinneau

  41. Ablacım herşey çok güzeldi Paris’te. Seninle olmak ayrı keyifti. Tüm organizasyon için teşekkürler, Taylan Morannie.

  42. Yeni yazıları bekliyoruz; Seçil Hanımı çok seviyoruz 🙂

  43. Derya K’ya katılıyorum. Artık yeni yazı bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu