Altın seslerle “Altın” gece!..
Son zamanlarda bu kadar güzel bir gece geçirdiğimi hatırlamıyorum.. Neşe dolu, zevk dolu, keyif dolu, sanat dolu, musiki dolu..
Bir de ortam ki, dünyada eşi yok.. O hele geceleri eşsiz dünya güzeli Boğaz’ın kıyısında bir konser alanı.. Kafanı sağa çevirdiğinde, ışıl ışıl bir nehir gibi akıyor deniz.. İçinden salına salına geçen gemiler.. Karşıda Kuleli’nin ışıkları.. Babamın lisesi.. “Pencerelere yığılırdık geceleri.. Tam karşıda Bebek Gazinosu vardı.. Rüzgâr bizim tarafa estiğinde, Hamiyet’in sesini bizim tarafa taşırdı.. Huşu içinde dinlerdik” diye anlatırdı.. O gazinoya gidip altı kişilik çilingir sofrasını 125 kuruşa dizemediklerinden, o büyük ustaları ancak böyle dinlerlermiş işte.. O zaman böyle ses düzenleri de yokken, çıplak sesleri karşı sahile yansırmış, Hamiyetlerin, Perihanların, Safiye ve Müzeyyenlerin..
Bakar mısınız?..
Ve şimdi Kuleli’de kimse var mı karşıda bilmem ama, burada biz, nerdeyse son kalan büyük sesleri dinliyoruz..
Muazzez.. Emel.. Seçil..
Daha dün, bunların bir teki dinlemek, hele de böyle en önden, yani ya, faça masada dinlemek bir maaştı..
Şimdi Üçü Bir Yerde.. Ve üçünü birden 20 liradan başlayan biletlerle dinlemek mümkün bu dünya güzeli ortamda..
Rumeli Hisarı konserlere kapandıktan sonra (Tanrım o ne şaşkın bir ihanet kararıdır, İstanbul’a, turizme, sanata, sanatçıya ve İstanbul halkına) bu Arena açıldı Allah’tan.. İstanbul halkının, kentinin en güzel yerinde, en ucuzundan, eğlence, keyif ve sanat geceleri yaşaması için.. Sırf bu Arena için Beşiktaş Belediyesi’ne gönüller dolusu alkış.. Teşekkür, minnet.. Şükran..
Belediyecilik işte bu..
Boğaz kenarı, sadece lüks restoran ve kafelere birer minik servet dökebilenlere değil, gece kondularda yaşayanlar dahil herkese böyle açılır.. En ünlü sanatçılar, halkla böyle buluşturulur işte..
Konsere erken gittik.. O dünya güzeli denizin kenarında bir şeyler yemek için.. Yedik de.. Çorbalar, köfteler, mantılar.. Hem de nasıl ucuz..
Düşündüm..
Yaz 150 gün.. Niye Arena, o koskoca alan sadece 25 konser gününde açık?.. Her türlü tesis orda hazır.. Bütün yaz, bütün günler açık olsa.. İnsanlar o minnacık fiyatlarla, Boğaz ve deniz keyfi yaşasalar yaz günleri.. 25 kuruşa çay içerek, simitlerini batırıp.. Sevgililer kutu biralarını bakkal fiyatına alıp, deniz kenarındaki minderlere el ele otursalar.. Sortielere, Reina ve Suadalara gidecek paraları olmasa da Boğaz’ı yaşayabilseler..
O oto parkı da olan harika alan, yaz boyu, gece gündüz İstanbul insanının nefes alma yeri olsa..
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, bu işi bir an önce düşünmeli.. Yaz geçmeden..
Gece müthişti.. Gece enfesti.. Geceye doyamadık..
Alaturka musikiyi nasıl özlemişiz.. Ve bu üç dev, nasıl söylüyorlar, en güzel şarkıları, kâh birlikte.. Kâh birer birer.. Arkada Selçuk Tekay yönetiminde muhteşem bir saz..
Emel, Sadık Kızılağaç’ın birbirinden güzel kostümleriyle sahneye nasıl yakışıyor.. Hele o mavilerle, Boğaz sahillerine inmiş bir melek sanki.. Ondaki işve, ondaki eda, ondaki naz dünyada yok.. Ve de o elleri.. O efsane, o seyredeni büyüleyen elleri.. O gece anlattı, öğrendim.. “Eller, eller eller” şarkısını, Emelli Neşe-i Muhabbet için, Egemen Bostancı ısmarlamış meğer Yıldırım Gürses’e..
Muazzez, o dinlemeye doyamadığım Muazzez nasıl neşeli o gece.. Bir Emel’e takılıyor, bir Seçil’e.. Aralarındaki sohbet gülmekten öldürüyor seyirciyi.. Böyle bir skeci en usta yazarlar yazmadı.. Üçlünün ki doğal.. Doğaçlama.. Ama bu kadar tatlı olur..
Konuşmaları bal.. Şarkıları, baldan tatlı..
“Biz burada Altın kızlar” gibiyiz, diyor Muazzez.. Gibi ne demek.. Üç gerçek altın var sahnede..
Emel’i hatırlıyorum.. Bahçelievler Akalın diye bir minnacık düğün salonunda, 15-16 yaşında bir esmer kızı çıkarmışlardı sahneye..” Prenses Emel” diye.. Ben de o zaman üniversite öğrencisiyim..
Gene o üniversite yılları.. Evimiz Kolej’in hemen arkasında.. Spor salonunda Kolej geceleri muhteşem olur.. Salon bakıcısını ayarlamışız mahallenin gençleri.. Bizi arka pencereden içeri alırdı.. Finalde okulun en popüler öğrencisi Muazzez çıkardı.. Gene öğrencilerden Atilla da keman çalardı arkasında.. Biterdik..
O prenses Emel Sayın oldu.. Muazzez, Abacı diye çıktı.. Atilla da, Özdemiroğlu işte..
Emel ve Muazzez söylüyorlar.. Ben yılların gerisine dönüyorum, bir ömrü yeniden yaşayarak..
Hele de Emel, Selçuk Tekay’ın o unutulmaz şarkısına başlamaz mı?..
“Yorgunum dostlarım yorgunum artık/ Vefasız yıllara kırgınım artık..”
Yorgun olduğum doğru.. Ama kırgınlığım falan yok.. Hayat bana öyle vefalı davrandı ki.. Öyle güzel yaşadım ki..
Onu da Muazzez söylüyor işte..
“Bu son fasıldır ey ömrüm..
Nasıl geçersen geç!..”
Hıncal Uluç