Hafta Yeni, Sorunlar Aynı
Başkana ilaç gibi gelen bir milli maç arası sonrası, Beşiktaş haftaya Kasımpaşa hazırlıklarıyla merhaba diyor.
Milli maçın Beşiktaş’a yansıması ne oldu, baştan ona bir bakmak gerekirse, oynamayanların tribünde ve kulübede, bir oynayan olarak Yusuf’un da sahada yorgunluk atması ve Nihat’ın ismini artık milli takımda da bitirmeye başlaması dışında pek bir şey yok. Avrupa Şampiyonasının sonrasındaki performansı ve buna rağmen sırtından eksilmeyen formayla, Emre Belözoğlu gibi “Fatih Terim’in adamı” oldu çıktı Nihat Türkiye’nin gözünde. Terim de olmadığına göre, bu performansla bundan sonra nasıl görür artık milli formayı, o da onun derdi olsun. Emre hiç olmazsa kendi takımında bir şeyler oynamaya başladı.
80’lerin sonlarında “Beşiktaş’ı sürelim milli takım diye, nasıl olsa pek bir yabancı katkısı da yok başarılarında, onlar oynasın” denen günleri de yaşamış kişiler olarak, bu durum canımızı ziyadesiyle acıtıyor doğrusunu söylemek gerekirse. Nereden nereye.
Lige ve Beşiktaş’ın bugününe dönersek, seçim havasına iyice girmek üzere olan bir kulübün takımı olarak, Beşiktaş’tan ne beklenebilir; “Bu köprünün altından çok sular akar” diyenler bu klişeye gerçekten inanıyorlar mı söylerken, bu köprü hakikaten bu kadar su görür mü; seçim havasına girmiş bir takımın teknik direktörü seçim sonrasında olmayacaksa bile sezon sonrasında gönderilmeyeceğinden emin olarak çalışabilir mi, verimli olabilir mi; ayrıca tüm gelişmeler sonrası zaten bu kulüpte çalışmaya çok meraklı olabilir mi, bunların cevabı Kasımpaşa maçıyla başlayacak süreçte saklı. Fakat bu süreç taraftarın içinde bulunduğu kaosla nasıl olumlu yönde ilerler, muamma.
Son maçta gördük ki, bu camiaya Çarşı’nın iddia edilen zararı ziyanı bir tarafa, masa başı ilişkileri anlamında da, kaba güç anlamında da, Çarşı’dan çok daha güçlü, tehlikeli oluşumlar var. Çarşı’nın iddia edilen mafyalığı, bu oluşumların yanında, 8-10 yaş grubu çocukların mahallede kurdukları, yaptıkları komşunun dutlarını çalmaktan ibaret çetelere benziyor.
Muhalefet taraftarı olmakla itham edilen, ya da sadece tarafsız, sadece Beşiktaş’ın iyiliğinin derdinde olan, son maçta kendi sahasında kendi taraftarından dayak yemiş tribünler ve olanlara müdahale edememiş, borusu ötmemiş, borusu bazı yerlere yetmeye kısa kalmış Çarşı grubu, itibarlarının gördüğü bu büyük hasarın getireceği küskünlüğü yansıtırlarsa tribünlere, kaos bir yana, sakin bir maç bile izlenir hafta sonu ve sezonun ilerleyen bölümlerinde. Çünkü ya maça gidilmeyecek, ya da gidilecek ama dayak korkusuyla yönetim aleyhine bağırılmayacak. Bir taraf size “2 kupayı unutma, Vefasızlık yapma” pankartı açacak, ama karşısına “5 senede 1 lig şampiyonluğunu unutma, Yalakalık yapma” pankartı açılmayacak.
Bir taraftar maça ne için gider, sopa yemeye mi, kendini ezdirmeye mi, “Beşiktaş lehine tezahürat yapanları ıslıklayan hain taraftar” damgası yemeye mi? Yıldırım Demirören’in istediği de tamamen bu. Taraftar gelmemiş! Ne gam. Gelmesin zaten. Hesap bu değil mi. Ancak bu Mao, Stalin, hatta Pol Pot tarzı yönetim anlayışı daha ne kadar çekilir, o pek bir şey vaat etmeyen seçimlerden de bu rejim çıkarsa bu kulübün hali nice olur düşünmek bile üzücü.
Son olarak, gelen yorumlarınız ve mail’leriniz için teşekkür ederim. 4-4-2’lere, 3-5 bilmemkaçlara girmeden, bildiğimi, gördüğümü yazmaya çalışıyorum bu kulüp ve takım üzerine. Bunu yaparken de, evet, özellikle tasvip etmediğim isimlere tepkili ve sert yazdığım doğrudur. Ama yapmayacağım bir şey varsa, o da kimseye yakışıksız bir kelime kullanmayacağımdır. Yazının sırf başlığına bakarak birilerine hakaret ettiğim fikrine kapılan okuyucuma, sadece başlık okuyarak değerlendirmede bulunmamasını tavsiye ederim.
Herkese keyifli bir son milli maç dileklerimle.