Ayvalık; Ege’nin Gözleri
Sevgi Egeli'nin Ayvalık üzerine yazdığı Ege'nin göz yaşları adlı makalesini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duymaktayız.
Şimdi sen bir yolculuk insanısın yol olmak üzeresin
Yolculuk için gerçekten hafiflemelisin
Yol olmak için hiç kimse olana dek eksilmelisin
Eksilerek çoğalacağını iyice bilmelisin
Ece Temelkuran
Tatile değil de, küçük terapi seanslarına gidiyoruz biz; hayata daha kolay katlanmamızı sağlayan, öfkemizi dindiren. Serin bir ağaç gölgesi, koyda berrak bir deniz ve belki sıcak bir omuz; şefkatine sığınabileceğimiz…
“Tamam hayat… Dinlendim, hazırım… Haydi, gel daha da örsele beni” diyebilmek için…
Bu zeytin kokusu var ya deli eder insanı deli…
Sadece zeytin için Ege’li olur insan… Tüm kavgalarını geçmiş sayıp Deniz’e sevdalanır Ege’ye varınca… Tüm umutlarını bir zeytin dalına bağlar…
Sızmahan’da kahve içip Cunda’ya doğru yol alırken sürgünden ana vatanına giden yurttaş gibi kalbin çarpar… Bildiğin tüm darbe hikâyelerini, tüm generalleri layığı ile hatırlarsın… Çocukluğumun gözlerine mil çeken; bir nesli, bir insan soyunu, bir ülkeyi kör eden tüm generalleri…
Ege’nin serin sularında Deniz mavi oldu, görünmez oldu… Elbet başka denizlere akabilmeyi isterdi, artık biliyoruz ki Deniz’in kendi adından büyük, o zaman akıyordur. Deniz’in kapısını aralarsanız, yaşamının her sayfasında ayrı gizler barındıran yaşlı bir bilgenin gizli günlüğünü okur gibi olursunuz ve hayret edersiniz o denizin bu deniz olduğuna.
Gözlerin alınmışken, göz kapakların millerle yakılmışken burnuna çalınan Deniz kokusunu alırsın, Deniz’e sevdalanmayı, zeytin dalına burnunu sürmeyi öğrenirsin, zeytinler gözlerin olur.
Çocukluğunu kimin çaldığını, haysiyetine hangi odada tecavüz edildiğini ve sonra hangi sularda boğulduğunu anlama telaşın vardır artık… Bir kez bindiysen Cunda motoruna, vay aklının haline…
Deniz’ler gelir aklına… Deniz’in üzerinde başka Deniz’leri düşünürsün… “Biz neden Deniz kadar cesur olamadık?” dersin… Oysa duyduk, uzaklarda başka hayatlar varmış, denize bebekler verilirmiş, adı Deniz konurmuş, Deniz’ler kadar cesur olsun diye…
Duyduk ama biz göze alamadık o denizleri geçmeyi… O yüzden hep başkaları boyadı gökyüzümüzü, bize alkışlamak düştü…
Topraklar hikâyelerini üzerinde yürüyenlere bulaştırırlar… Deniz’ler hikâyelerini yumruk yapıp midesinde saklarlar… Toprağın darağacı denizin balıkçı ağına benzer… Ne Deniz ne de toprak öldürmez insanı, başka insanlar gelip öldürmedikçe…
Fotoğraflarına baktıkça gençleşiyor Deniz’ler… Aslında yaşlanan benim… Onlar gülümseyerek bakıyorlar albümlerdeki vesikalık fotoğraflarında… gün geçtikçe gençleşiyorlar…
Tüm bunları düşünürken, kendime “ben kaç yaşındayım” sorusunu sorarken kendimi motordan ayaklarımı sallayıp eteğimin uçmasını kontrol etmek istemeyecek halde özgür ve yalnız buldum…
Kendime “Eğer otuzlu yaşlardaysan, ömrün en güzel yerindesin, gençliğin tatlılığıyla ihtiyarlamanın bilgeliği arasındaki en tepedeki noktada durursun… İster yine uçuşur ister beğendiğin yerde durursun.
Şimdi sen büyük yolculuklara hiç korkmadan çıkabilirsin. Şimdi sen tam kendine göresin” derken üç çocuk ilişti yanımıza… Hepsi hayat romantiği… “Biz üçümüz de romanız abla” diyen çocuklardan bekleyebileceğim tarzda bir romantizm…
Biri Sezai. Sezai esmer, en ufağı, gözleri Ege’nin gözleri… Zeytin gözlü Sezai… Sezai okuyacak, büyüyecek, polis olacak…
Biri Hakan… En yakışıklıları… İnce, uzun endamı ve aynalı güneş gözlükleri geleceğinin habercisi… Sert bakışlı Hakan… En çabuğundan büyümeye meyilli… Hakan okuyacak, büyüyecek, kaymakam olacak…
Ama bir tanesi var içlerinde… Muratcan… Muratcan onlardan farklı… En az konuşan, en köşede kalan, iddiası olmayan… Muratcan okuyacak, büyüyecek, öğretmen olacak…
Efkarı fazla bu topraklara dair. Onlar konuştukça gözlerim uzaklara dalıyor, gözümün tuzu Deniz’in tuzuna karışsın istemiyorum… Gözlerim Deniz’e veriyor kendini…
Bir Brecht oyununun içine giriyorsun… Sızmahan’da kahve içip günbatımına yetişmek üzere yola çıkmaya hazırlandığımız anda Brecht’in yabancılaştırma efekti üç çocuk giriyor dünyana… “Hop bir saniye, biz burada mendil satıyoruz bayanlar” deyince bombok oluyorsun, inandığın her şeyi bir saniye içinde çöpe atıp ayakta kalmaya çalışıyor aklın.
Aklın almıyor, deli oluyorsun bir anda… Eline ayağına bulaşmıyorlar, yetişkin bir tüccar ağırlığında hareketleri, lakin tüm çabalarına rağmen çocuklar işte…
Öyle olmamalıydı Sezai’nin dişleri… “Dişlerim” diyor “çok acıyor, her gün fırçalıyorum ama dişimin yanında damağım var, fırça oraya gelince çok acıyor”… Sezai’nin dişlerini gördükçe yüreğim parçalanıyor…
“Abla çantanın fermuarı açık” diyor Hakan, “ kapat istersen, içinden bir şeyler düşebilir”…
Muratcan büyük adam gibi bakıyor dünyaya… Diğer ikisinin iddialaşmalarına bulaşmıyor fazlaca, denizi seyrediyor, çokça da konuşulanları dinliyor…
“Baban ne iş yapıyor?” diyorum… “Hamalcılık” diyor… “Ben de ona yardım ediyorum bazen.. Mendil satmak istemiyorum, utanıyorum mendil satarken insanlara…” dediğinde kalbim paramparça olup dağılıyor Ege’nin sularına… Konuşmuyorum artık, çocuklarla da Denizle de…
Sezai’nin 13 TL’si var… Bayramda biriktirdi… Fırça almayacak… Anne ve babasını alıp Lunapark’a gidecek… 3 aydır hayali var, çarpışan otomobillere binecek…. Sezai zeytin gözlü… Ege’nin gözleri… Ege’nin gözleri maviden siyaha dönüyor, zeytin karası oluyor…
Peki, bu çocuklar ne olacak? Bu çocukların yetişkin olduğu Türkiye’de hangimiz yaşayabilecek? Ben o çocuklara bakınca çocuk görüyorum. Korkuyorum, herkesin korkmasını istiyorum.
Deniz “bütün çocuklar şeker yiyebilsin” diyerek generalleri kızdırdı… O kadar kızdılar ki bir daha kızmalarına hiç gerek kalmadı… Tam orada, Deniz’in üstünde sormak istiyorsun darbeci dedelere…
Allah aşkınıza söyleyin, bir kere yandınız mı ki böyle kolay yakıyorsunuz insanları, bir kere öldünüz mü, hanginiz söylediği söz yüzünden hakiki bir bedel ödedi? Ve ben bu ülkede niye bu kadar yalnız ve ıssız kaldım?
Sen yaşlanarak ölürken, toprağının kan hikâyelerini dinleyerek büyümüş yorgun bir nesle nasıl emanet edeceksin bu ülkenin geleceğini?
Ruhumun ıssızlığını hangi vicdanla neye tahvil edeceksin? Nasıl gireceksin o toprağın altına? Sen bir insana işkence etmek, öldürmek cesaretini nereden buluyorsun? Her madalyana kaç insan düşüyor biliyor musun? diye sormak istiyorsun…
Sezai’nin dişleri kötü, şeker yiyemiyor…
Deniz bugün konuştuğumuz her şeyi duydu…
Deniz bugün sakin, her şeyi kabullenmiş gibi…
Deniz tüm kudretiyle ve bir o kadar suskun üç arkadaşı dinledi, geçmişten tanıdık gelen bir hikâyeyi hatırlayarak gülümsedi yol boyu…
Zamanın, tarihe ve toprağa gömülenlere aldırmadan yürümesi acımasızlık…
Düşününce; denizin denize dökülmesi belki de gidenlerin başka yollar bulup başka suyun adıyla geleceğinin habercisi…
Sevgi Egeli
Diğer yazılardaki yorumlara bakınca geriye yazacak birşey kalmamış neredeyse. Ama sizi hergün okumak istiyorum demeyi ihmal etmiyorum.
Bu deniz o DENİZ mi?
bunu ne zaman yazacağınızı düşünüyordum. Yazılarınızın hepsi bir Deniz. Deniz burada olmasada.
egenin gözleri zeytin siyahıysa artık bir an önce gitmek gerekir belki de. Şahane bir yazı
Yazılarınız tarzı ve tasvirleriniz harika. Ben bir kitap yazmanız gerektiğini düşünenlerdenim. Varsa da okumak isterim. Hatta bu yazar hanımı tanımak da isterim. Tüm tevazusu ve mesafesiyle ilçemizde yazıyor olmasını kazanç sayıyorum.
ayvalığı çok seviyorusnuz ve her gittiğinizde bir o kadar da hüzünleniyorsunuz. bu ülke sizin gibi yüreklerin kıymetini bilemez sn. sökmen.
sezainin dişleri bence öyle kalacak, sizin canınız acıyacak benim de.
sizden böyle bir yazı beklemiordum, bu tarzı da başarıyla oturtmuşsunuz. şahane olmuş diyorum ben de.
Sevgili Kızım seni gururla okuyoruz. Bu yazın bizim için çok başka değerler taşıyor. Güzel kalpli kızım.
Sezai polis olamayacak
Mehmetcan öğretmen olamayacak
Hakan kaymakam olamayacak
olanları seyredip ezilecekler ezildiklerini bilmeden çoğu kez
referandumdan çıkan evet oylarının ve darbelerin bizi nereye götürdüğünü anlatan iyi bi yazıolmuş bence.
ben de ayvalıktaydım belki de aynı motora bindik aynı lokantada yemek yedik. Sizinle sohbet edebilmeyi çok isterdim. Dolu dolu, tarzınız çok farklı, türkçeniz çok düzgün ve konularınız seçilmiş.
Duygusal kalitenizi ve duruşunuzu bir yazar olarak beğeniyorum. İnsana ve doğaya yakın, ucuz ve sığlığa uzak, insancıl, kaliteli. Kaleminize sağlık.
Denizler ölmez, öldükleri sanılır ama ölmez. Bazen sizin gibi bir kalemde hayat bulur, bazen Sezai’nin dişlerinde. Sezai büyür Deniz olur. Sağlık ve sevgiyle kalın.
feride çiçekoğlunun romanını okumanızı öneririm.
Denizler ölürken arkalarında yeni mirasçılar kalamadı.
Çok güzel bir yazı olmuş. Umarım Ayvalık’taki Taş Kahve’de de bir kahve içmişsinizdir.
Deniz’in Hüseyin’in yanıldığı yerler de oldu. Bu halk onları anlayamadı.
ayvalık’tan motora binip cundaya gitmek. Cunda… Komşuyla aramızdaki kopmayacak bağımız ve ayvalık buram buram komşu kokan topraklar.
hayatı algılama biçiminiz dehşetle hayran olunacak cinsten. Üst üste iki yazıyla unuttuklarımızı hatırladık, unuttuğumuz için rahatsız olduk deyim yerindeyse.
Köyümdeki çocukları düşünüyorum…Sezai,Hakan ve Muratcan gibi…Kaçı istediğini yapabildi?
İnsanı ve doğayı anlatan samimi ve gerçek bir yazı…
“Sezai polis olamayacak
Mehmetcan öğretmen olamayacak
Hakan kaymakam olamayacak
olanları seyredip ezilecekler ezildiklerini bilmeden çoğu kez
”
Herşey kapitalist düzenin eline malzeme olmuş bu zamanda. Kimsenin ne sezaileri ne mehmetcanları düşündüğü var. Yazılara ve filmlere kenar süsü olmaktan başka bir işlevleri yok.. Onlar sayesinde güzel yazılar yazılıp övgü alınıyor peki onlara ne oluyor, birşey değişiyor mu hayatlarında hayır.. Kim ne feda edebilir hayatından, neden vaz geçebilir sezailer için Bugün denizler dilden düşmüyor.. ama yeni bir deniz kendini ortaya atsa kimse sahip çıkmaz..
Sayın Sokak Çocuğu isimli yorumcu: Siteminizin ve üzüntünüzün bir kısmına katılmakla birlikte şunu da söylemek isterim: Bu tür yazılar bir toplumu değiştirmez ama okuyanlar için bir kaç anlama gelir.
1. Daha önce bunu düşünmemiş olanlara düşündürür, bir nebze de olsa düşüncesini değiştirir, farkındalık yaratır.
2. Bilen ama umursamayan için belki bir hatırlatma olur.
3. Bilen ve umursayana bir katkısı olmaz belki, çünkü o zaten bu yazının içinde yazan herşeye muktedirdir.
Belki siz 3. maddedeki tanıma uyuyorsunuz, eğer öyleyse ne güzel ama o maddeye uyan ir profilseniz bu kadar saldargan olmak yerine diğer iki maddedeki profillere yaptığı katkıdan dolayı yazara teşekkür etmenizi beklerim, bu da 3. maddeye uyan profilin görgüsü olur.
Sevgiler,
Uğur Murat ÖZTÜRK
Yazarın kaç Mehmetcan ve kaç Sezai’ye emek verdiğini bilebilseydiniz keşke. Sessizce ülkesine ve toplumuna borcunu ödeyen, bunu malzeme yapmayan birine yüklenmeniz fazla olmuş. Neyse, kendisi cevap vermeyecektir, onun tavrı suskunluktur, bulaşmamaktır, çalışmaktır. Ben vermiş oldum haddimi aştıysam da aştım.
Merhaba,
Yazılarınızın hepsini çok büyük keyifle okudum. Ortaya döküp saçmadan, reklam yapmadan, aksine gizlemeye çalıştığınız örtülü ruh güzelliğiniz ve kişilik kaliteniz Beşiktaş ilçesinin kalitesine yakışmış. Çok ama çok beğendim yazı ve düşünce tarzınızı. Kaleminize sağlık Sn. Sökmen.
Bu romanın adı ne acaba?
Bayramınız kutlu olsun Sn. Seçil SÖKMEN. Yazılarınızı çok özledik.
Ege’den çok İstanbul’a yakışan metropol kadınıdır. Bir dönem EGe kıyılarını ziyaret etmiş olsa da sade ama asla silik olmayan tarzıyla ve bakışlarıyla yakıp kavuran bal bakışlı dilber 🙂