Do Si La Faaaa…
O kadar fazla “Türkan Saylan” konuştuk ki bugünlerde, neredeyse isminin içi boşaldı.
Köşelerini okumaktan büyük keyif aldığım, yazıya başlarken birden bire her güzel şey gibi sonuna geliverdiğim yazıların sahiplerine de sitem ederim içten içe, “bu kadar kısa yazılır mı?” diye. Yazı kısa değildir aslında…
Türkan Saylan’ın Ergenekon soruşturması kapsamına alınması ve süregelen olayları aynı ezber cümlelerle, hatta birbirlerinden çalarak, yazmamış olmamak için (ya da yazmış olmak için) yazan birçok yazarın dışına çıkabilen birkaç kişi var…
İsim vermeyeceğim bir köşe yazarı her zamanki sertliğiyle yazmış. O sertliğinin altında, eğitimini aldığı ekolün bir parçası olmanın getirdiği gizli zerafetle o kadar güzel övmüş ki… Ancak çoğunuz için üzgünüm, yalnızca akıllıların kaldırabileceği bir örtü örtmüş üzerine.
Dilimize pelesenk ettiğimiz “Türkan Saylan” kelimelerini, kalemine alet ederek nemalanmak, bütün köşe yazarları toplamının neredeyse %95’inin yaptığı birşey….
Gazetelerin de, pek sevgili yurdumun ortalama eğitim seviyesi çıkan ilkokul 3. sınıf talebine uygun arzda bulunduklarını biliyoruz artık.
Arkadaşlarımla haberleştiğim bir internet sitesine baktığımda, Türkan Saylan için arkadaşlarımın %95’inin aynı ezberleri gazeteden alıp (hatta bir kısmı başkasından alıntı cümleler bile koymuş) internet sitesine taşımış olmaları nedense biraz şaşırttı. Düşündükten sonra kendime şaşırdım, İkitelli takımının bir kopyası da benim çevremdeymiş meğer… Farkları köşelerinin olmayışıymış…Köşe derken, gazete köşesi… Yoksa diğer türlüsü olsa, keşkeee…
Türkan Saylan’a üzülelim mi, üzülelim.. Niye? E herkes üzülüyor işte…
Peki güzel ablacım, abicim, Türkan Saylan hayattayken, sağlıklıyken, işinin başındayken, ÇYDD’nin (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği) önünden bir kere geçtin mi? Bir faaliyetine katkıda bulundun mu? Hatta daha basitini sorayım, o yazdığın yazıyı niye Ergenekon’dan önce, cenazeden önce koymadın köşene?
Mesela 1994 yılının Temmuz ayının ondokuzunda, yani alakasız bi günde niye bişey yazmadın, niye hatırlamadın? Çünkü samimi değilsin, ama sende itiraf edecek bişeyler yok… Ne olmadığnı da yazardım ama, neyse… Bütün bunlar sürü psikolojisini hem de en hıyar sürünün psikolojisini çağrıştırıyor…
Gelelim senin kim olduğuna… Buradan söylemeye benim terbiyem elverir ama yayında maraz çıkar. Ah bi insan olabilsen, ah bi sana verilen o iki kolu, iki bacağı, kulaklarını, beyninin hakkını da, hayatının merkezi haline getirdiğin tek uzvun kadar verebilsen…. Keşkeeeee..
Bu samimiyetten uzak anılmanın, bahsedilmişliğin merhumeyi ve onun bayrağını dalgalandıracak hayatta kalanlarını incitebileceğini düşünenler de çıkar mı acaba? Keşkeeeee….
ayyy tabi canıııım, hayat aynen senin dediğin gibi…. ölenle ölünmüyor…. Hadi bakalım değiş tonton…
eeeee, yurdum insanı… Zaten yemeklere de tangoyla başlayıp, göbek havasıyla bitiren bir topluluk değil miyiz?
Yakında okullar kapanıyor… Ver elini Bodrum, Marmaris, ucuz tur fiyatları, yaz için bulunmuş paralı hırtlarla ver elini yunan adaları, bu yılın moda mayosu, gece klüpleri… Şimdi bu durumda ne yapıyoruz? Planımız gayet açık ve yurdum insanına yaraşır vaziyette… Türkan Saylan’a kaç haftadır üzüldük (ya da “üzülüyormuş gibi yaptık”)? Üç haftadır….
E bu durumda ne yapıyoruz? Artık Türkan Saylan’a üzülmüyoruz (zaten -miş gibi yapıyorduk)…
Türkan Saylan’a üzülmek “out” oldu ayol, çok geriden takip ediyosun modayı….
Biz modayı bu kadar yakından takip ederiz işte, hiç de sanıldığı gibi geride değiliz…
Gelen yaz mevsimi gereği; Türkbükü plajlarında ya da İstanbul gece klüplerinde zıkkımlanacağın akşam yemeğinin parasını ya da biraz daha genç ve gösterişliysen tatil parasını ödeyecek göbeği iki metre önde giden bi pedofil amca bulup “ay kardeş, akşama hangi kulübe gitsek?” hesabını yapmanın vakti gelmiş… Yani yaz gelip çatmış bacım…
Eeee, sen de bu ülkenin sözde çoğulcu demokrasisine dededen kalma iki beyin hücrenle katılan çoğul bir gerçeksin….
Gelecek yazıda size Türkan Saylan’ın biyografisini anlatmayacağım, karınız, kocanız, akrabanız, arkadaşınız tüm samimetiyle (!) ondan bahsediyorlar bugünlerde.
Daha enteresan bir hikaye ve yönetmenden bahsedeceğim…
Şimdilik yazar kaçar…..
biz hiçbirşey üretmeden herşeyin içini boşaltmayı çok severiz. Dediğiniz gibi Türkan Saylan’ı da haftaya unutacaklar. Kendisini kimin yönettiğini bilmeyen, cumhurbaşkanının adını söyleyemeyen, istiklal marşını kimin yazdığını bilmeyen insanlarız. tamamıyla bunları bilelim ve sadece kendi değerlerimizle yaşayalım, dış dünyayı, yenilikleri takip etmeyelim düşüncesinde asla değilim. Ama insanın soyadını unutması ya da bilmemesi gibi birşey oluyor. çok güzel yazmışsınız yazınızı, çok farklı bakmışsınız olaylara. goygoyculuk yapmadığınız ve sn. saylan ın cenazesinin kaldırıldığı böyle bir günde herkesin görmediğini görüp yazdığınız için teşekkürler. daha çok yazın daha çok.
sayın yazar, unuttuğunuz bir nokta artık düzgün insanların bodruma gitmediğidir.
Yurdumun güzel insanı tabii ki Bodrum’a gitmeyi düşünecek. Paralı ve göbekli çakalların maskarası olacak. Gencecik oğlanlar da işadamlarının karılarının maskarası.
bodrum cok sempanze bir yer..fazlasiyla lumpen, fazlasiyla avam..