“Ben hayatı seviyorum, aşkı, umudu. Ödülsüz olsalar da…”
Camille Claudel
Kadınların kendilerine biçilen toplumsal rolü layıkıyla oynadıkları bir zamanda doğması şüphesiz bir şanssızlık. Yeteneklerini kadınsı bir aksesuar gibi taşıyan kadınlardan olmadı, olamadı… O ailesinin ve yaşadığı toplumun ayrık otuydu…
Camille Claudel; 8 Aralık 1864’te, Fransa’nın Aisne şehrinde doğdu. Henüz 13 yaşındayken geleceğini oynadığı oyunla belirlemeye başlamıştı. Taşa ruh vermek… Bu yaşlarda Bismarck, Napolyon 1 ve David ve Goliath heykellerini yapan Camille’in ailesi kızlarının kişiliği ve geleceği konusunda ikiye bölündü. Annesi Louise Athanaïse Cécile Cerveaux ve kız kardeşi Louise bu küçük hanımın heykeltıraş olması konusuna şiddetle karşı çıkarken, kardeşi Paul Claudel ve babası Louis Prospere Claudel ondaki yeteneği farketmişlerdi, geliştirmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Bu günlerden sonra bu ve daha bir çok konuda ailenin kadınlarıyla anlaşamayacaktı Camille.
Hayat bugün olduğu gibi değildi… Kadınlar o yıllarda Fransa’da bile ikinci sınıftı… Rosalie Camille, Paris’te bulunan École des Beaux-Arts’a gitmek istedi ancak kadınlar kabul edilmediğinden babası tarafından Paris- Académie Colarossi’ye gönderildi, heykeltıraş Alfred Boucher ile çalışmaya başladı.
Yıl 1883’e geldiğinde Rodin’in tanıştı ve öğrencisi oldu. Rodin ve Camille kısa sürede tutkulu bir ilişki yaşamaya başladılar. Rodin’in deyişiyle “lacivert gözlerinde sır saklar gibi bakan kadın”dır o. Uzun yıllar Rodin’in atölyesinde asistanı olarak çalıştı… Tutkuyla yaşıyorlar, tutkuyla üretiyorlardı… 19 yaşında güzel, iyi eğitimli, heykeltıraş olabilecek yetenekte, çekici ve cezbedici bir genç kadın ve 43 yaşında istediği üne ve alkışa hâlâ kavuşamamış içinde dev bir adamı barındıran bir sanatçı… Camille aradığı aşkı, Rodin ise ilham perisini bulmuştu… Dönemin en güzel eserlerini verdiler.
Heykel sanatın başka bir boyutu… Üç boyutlu.. Heykeltıraş taşın tanrısı….
Rodin’in hayatına çok sayıda kadın girdi: Çalışmalarında ona yardımcı olan kadın modeller, sokak kadınları, dönemin ünlü kontesleri, güzel, çirkin, eğitimli, eğitimsiz, soylu ya da avam… Ama içlerinde iki kadının yeri başkaydı. Biri hayatını Rodin’e adayan, onunla birlikte açlığa ve soğuğa direnen, alçılarını ıslatan, hayatının sonuna kadar ona sahip çıkan ve en önemlisi kadınlara zaafına uzun yıllar tahammül eden Rose Beuret; diğeri ise “Ona nerede altın bulacağını gösterdim belki, ama bulduğu altın kendi içinde…. O, anlaşılmamış bir sanatçı!” dediği heykeltıraş Camille Claudel. “Bütün heykellerimde varsın” diyerek onurlandırdığı “bitimsiz ilahem” sözüyle sevdiği Camille…
Camille’yle ilişkisi başladığında Rodin, Rose Beuret’le yirmi yıldır beraberdi. 1864’te tanışmışlardı. Tanıştıklarında Rose Beuret 20, Rodin 24 yaşındaydı, atölyesini yeni tutmuştu. Rose, Rodin’e modellik, hizmetkarlık ve eşlik etti. İki yıl sonra oğulları oldu. Rose herhangi bir kadın gibi sıradan gözükse de herhangi bir kadın değildi… Sürekli başka başka kadınlarla beraber olan Rodin’i hep çevreleyerek bir türlü elinde tutan, “hep sadık, evdeki kadın, mazbut eş” olan ve Rodin’i kolay kolay kimselere yar etmemeye kararlı bir kadındı… Rodin ise dehasının ve dehasına hizmet edenin peşinden koştu.
Camille tahammülsüz, tutkusunun güdümünde yaşayan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir genç kız. Camille için bu tutku dolu aşk çok yıpratıcı oldu… Ne eserleri ne de Rose Beuret ile meşrulaşmış bir bağı olan Rodin’le birlikte olması onaylanmıyordu. Bu duygular ileride Rodin’e ve heykele beslediği tüm güzel duyguları saplantı ve nefrete dönüştürecekti.
Kadın olmanın o günkü koşullarında, toplumun belirlediği rolleri özenle benimsemeyi gerektirdiği bir dönemde, Camille için durum kolay değildi… Kadındı, bir çocuk olarak annesiyle iyi ilişkileri yoktu, üstelik sanatla uğraşıyordu, sanat çevreleri için fazla sivriydi ve psikolojik rahatsızlıkları vardı…
Camille yalnızdı…
Diğer yandan bütün gece yaptığı eserleri kırbaçlayarak,”konuş benimle, konuş benimle” diyen sonra günlerce susan, flörtlerine bir türlü son vermeyen Rodin’e aşıktı… Rodin’in hayatı da kolay olmamıştı o güne dek.. Sık sık geçirdiği sinir krizleri, aklın üst boyutlarından eserler yaratan Rodin, aynı zamanda şiddet üreten, bunu hayatının her anında, etrafındaki tüm nesnelere, canlılara uygulayan çoğu zaman yarattığı şiddeti kendi bedenine de yönlendiren bir dahi… “Her şey acının içindedir. Acının belirli bir eşiğinden geçilirse, acı sadece zevktir” der. Camille ile kurduğu şiddet dolu temas da ruhunun dış dünyaya örtüsüz bir sirayeti oldu. Dışarıdan bakıldığında sapkınlıkla nitelenecek hareketler, aslında kendi doğalarının hayvani yanlarının baskılamadan yaşamalarıydı belki.
Rodin’le yarattığı eserlerin sanat çevrelerinde konuşuluyordu artık, kendine güveniyordu…
Sonunda Camille, “Senin tarzından fazla etkileniyorum, kendi tarzımı yaratmakta zorlanıyorum” diyerek İngiltere’ye gitti. Bir kadının yaşayabileceği en acıtıcı ikilemlerden birini yaşıyor, hayatı boyunca birlikte olmak istediği erkekten kaçmaya uğraşıyordu.
Rodin, Camille’in peşinden İngiltere’ye gitti. Hem bu yetenekli ve güzel kadından ayrılmak istemiyor hem de kendi hayatını yaşamak istiyordu. Camille yazılı bir anlaşma yapmaları gerektiğini söyledi. Oturup iki iş adamı gibi ciddi ciddi bir anlaşma yazdılar. Rodin, Camille’den başka hiç kimseye heykel dersi vermeyecek, başka kadınlarla görüşmeyecek, Rose’dan ayrılacak ve Şili’ye yapılacak uzun bir seyahatten sonra da evleneceklerdi. Buna karşılık, Camille evlenene kadar Rodin’in kendisini ayda dört kez görmesine izin verecekti.
Aslında ikisi de kıvranıyordu. Ayrılmak istemiyorlardı. Kendileri olmaktan vazgeçmek de istemiyorlardı.Hem karşılarındakini hem de kendilerini seviyorlar ve bu iki sevgi içlerinde vahşice çatışarak canlarını yakıyordu. Anlaşma yürümedi. Aklın uzlaşmacılığı duygularda yoktu. Birbirlerini seviyorlar, istiyorlar ama o güçlü heykeltıraş elleriyle birbirlerine yeni biçimler vermeye uğraşıyorlardı. İkisi de yeniden biçimlenmeyecek kadar katı bir malzemeden yapılmıştı, dağılmayı, parçalanmayı göze alıyorlar ama değişmeye yanaşmıyorlardı. İlişkileri sürdü. Acıları da…
Hem sanat hem de aşkta hak ettiğini alamadığını düşünen Camille giderek Rodin’i daha az görmeye başladı…
Rodin’in baskıcı ve ele geçmez tarzına karşılık Camille’in parçalayan tarzı.. Camille Claudel ve Auguste Rodin ilişkisi bir ipte iki cambaz oynamayacağının örneği oldu. Sonuçta Rodin Camille’i sanat piyasalarında, sergi bile açtırmayacak kadar baskı altına alıp, Camille ise “Rodin eserlerimi çaldı” diyerek gayet kadınsı bir tavırla intikam almaya çalışacaktı… Rodin ünlüydü, erkekti ve Camille’in hocasıydı. Camille kadındı, toplumun uygun gördüğü bir işle uğraşmıyordu ve metresti.
Camille, gayrimeşru birlikteliğinden hamile kaldı… Geçirdiği bir kaza sonucu bebeğini kaybetti ve bu büyük depresyonlarının da başlangıcı oldu. Böyle bir yaşam tarzının hoş karşılanmadığı o tarihlerde annesi Camille’yi reddetti ve Camille evden ayrılmak zorunda kaldı. Zaten annesiyle arasında küçüklüğünden beri, Camille’nin sanat aşkı yüzünden çatışmalar vardı. Böylece Rodin’le birlikte yaşamaya başlayan Camille, 1898 yılına kadar Rodin’le fırtınalı aşk ve sanat yaşamına devam etti.
Camille ve sanat çevresi en az ustası kadar iyi olduğunu düşünüyordu. Camille’in kendi sanatının önüne geçmesiihtimali Rodin’i tedirgin etmeye başladı. Hatta bazı eserlerini Camille Claudel’in yaptığı söyleniyordu. Yıllarını sanata veren, tutkusunun peşinden giden, Cehennem Kapıları üzerinde 10 yıl, Balzac heykeli için 6 yıl düşünen bu uğurda önüne çıkan herşeyi yıkıp geçen Rodin için bu kabul edilemez bir durumdu… Sanat Rodin’in yaşam amacıydı… Camille doğru atölyede yanlış adama aşıktı.. Yanlışlığı Rodin’in hayatında bir başka kadın bulunması değil, bizzat sanatçı olmasıdır… Camille, Rodin’in hayatında kendi yerini tam olarak bilemese de, Rodin için Camille sanatındaki bir ışıktır… Ama tek ışık değil… Camille olmadan da odası aydınlıktır. Rodin’in Camille’e aşık mıydı? Bilmiyoruz ama bir sanatçının bir kadına duyduğu tutkuyla bağlı olduğu kesindi. Camille için gerçek Rodin’in kendisine ait olmadığıydı.. Bunu bilmek ve ele geçirme arzusu Camille’de saplantı haline dönüştü. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir kadınla uğraşmak Rodin’i sanattan uzaklaştıracaktı, göze alamadı.
Rodin, gizliden gizliye onu korumaya çalışıyor, para gönderiyor ama genç kadının öfkesini dindiremiyordu. Rodin’in Rose’u terk etmeye ve Camille ile evlenmeye yanaşmaması üzerine 1893’te ayrıldılar. Sonra yeniden birlikte olurlarsa da 1898 yılında tüm bağları koptu “Vals”, “Olgunluk Çağı”, “Kayıp Tanrı”, “Geveze Kadınlar”, “Sakuntala” gibi önemli yapıtlara imza atan Claudel’in “Olgunluk Çağı (l’age mur)” adlı yapıtı, Rose-Rodin-Camille üçgenini en vurucu şekilde anlatan heykellerden biri.
Rodin’in heykele tepkisi ağır olur:
“Beni iki kadın tarafından parçalanmış bir kukla gibi göstermişsin, bu iğrenç bir karikatür, sen de ikinci sınıf bir heykeltıraşsın!”.
Ona sahip olamadıkça, ondan nefret etti… Ondan nefret ettikçe, hayatına paronayayı soktu… Rodin’le birlikte taşla seviştiği günler yerini yalnızlık ve taşla kavgaya bıraktı. Şüphesiz Camille’in yaşadıkları sadece kendisine ait bir kavga değildi, kısmen yaşadıkları çağın getirdiği, kadın olmanın, özellikle de sanatçı kadın olmanın -ki bu kişi heykelle uğraşıyor üstelik- sorunlarının yükünü de taşıdı.
Camille 1898’den sonraki döneminde, hem bir kadın sanatçı olarak yaşadığı yüzyılı, hem de özel hayatındaki sorunları göz önüne alındığında, pek çok bakımdan yalnız kaldı. Ayrılık sonrası hem kadın hem de sanatçı olmanın o yıllardaki ağır koşulları ve maddi sıkıntılar nedeniyle ruh hali bozulan Camille, 1906’da sinir krizi geçirerek eserlerinin büyük bölümünü parçalayarak bir bölümünü nehre attı. En büyük destekçisi olan babasını ve yakın dostu müzisyen Claude Debussy’yi aynı dönemde kaybetti, ona büyük bir hayranlık besleyen erkek kardeşi de diplomat olduğu için Çin’e yerleşti. Üstüne bir de karşılamakta zorlandığı maddi sorunlar eklendi.
Rodin’e hayatını veren, ama hiçbir zaman taviz vermeyen Camille Claudel ailesi, Rodin ve Paul Claudel’in kararıyla akıl hastanesine yatırıldı.
Hastanede yalnızdı, dönemin ünlü şair ve diplomatı Paul Claudel, Camille’i bir kaç yılda bir ziyaret edebiliyordu. Yalnızlığını Paul’e yazdığı şu satırlarla anlatıyordu:
“Bilmiyorum kaç yıl oldu buraya kapatılalı ama, tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar…
Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor… Kafasında bir tek düşünce vardı zaten, kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam, bunu engellemek için de yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım… Her bakımdan başarıya ulaştı işte! Bu esaretten çok sıkılıyorum… Eve hiç dönemeyecek miyim Paul?”
Rodin, kendisini hep beklemiş olan Rose’la ölümünden kısa bir süre önce “mükâfat” kabilinden evlendi… Rose 70 yaşından sonra “evlilik” mükâfatına kavuştu… Rose, evliliklerinden bir ay sonra, “Rodin’in karısı” olarak öldü.
Auguste Rodin, Rose’un ölümünden 10 ay, devlete bağışladığı heykellerinin sergilendiği müzenin bir odasında kalmak için yaptığı başvurunun reddedilmesinden ise 1 ay sonra, 1917 yılında donarak öldü.
Bir tarafta asi, erkekle rekabet içinde bir kadın olan Camille, diğer tarafta sadık, adı hiçbir zaman “Rodin’in karısı” sıfatının ötesine gitmeyecek olan Rose. Yaptığı işi “Ben sadece taştaki fazlalıkları atıyorum, geriye heykel kalıyor” sözleriyle anlatan Rodin, dünyanın bütün taşlarını yontarken, Camille’in ruhunu yontamadı… Camille ince fakat yontulmayacak kadar sertti.. Bu nedenle Rose’u tercih etti.
Camille ise onun ölümünden sonra yaklaşık otuz yıl daha akıl hastanesinde hayatını sürdürdü. Heykel yapmasına doktorlar izin vermedi. Ailesi hastaneden taburcu edilmesini istemedi.
Yaşadığı sürece “hiçkimse” olmanın şahane imkanlarından yararlanamayan Camille, bir ölüye duyduğu nefretle, heykellerinden uzakta yaşadığı Neuilly-sur-Marne’daki Ville-Évrard hastanesinde, 19 Ekim 1943 yılında öldü, Monfavet Mezarlığı’na gömüldü. Cenazesine kimse katılmadı. Paul Claudel‘in oğlu Pierre, 1944 yılında Montfavet valisinden halasının mezarının doğduğu yere getirilmesini istedi… Fakat artık mezar yoktu.
Rodin, Camille olmadan yaratmaya devam etti; Camille Rodin’siz, eserlerinin çoğunu sistemli bir şekilde parçaladı. Camille’in kadınlığı sanatının önüne geçmişti…
Hayat bir tesadüf durumu… Karşılaşırsınız, yakalarsınız, yaşarsınız ve zamanı geldiğinde biter… Ne zaman ne ile mücadele vermek gerektiğini bilmeli… Bitti mi bitmeli, gitti mi gitmeli… Hayatın satırbaşlarına takılan Camille, satır aralarındaki “bitir ve yürü” mesajlarını görmezden geldi. Kaybetmek ona göre değildi… Yas tutmayı seçmedi, hayatı istediği gibi eğip bükeceğini düşünürken kendini 37 yıllık bir yalnızlık içinde buldu. Hem de ne yalnızlık! Paris’siz, Rodin’siz, ailesiz ve heykelsiz…. Yazdığı mektuplarda Rodin’e olan özlemini nefretle, Paris’e duyduğu özlemi yalvararak anlattı…
Aklının iplerini hayata sıkıca bağlayamayan Claudel ölene dek şu sorunun cevabını aradı:
“Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?”
Camille in yaşamı psikolojik, sosyolojik ve bir çok açıdan yüzbinlerce araştırmaya konu olacak anlaşılması oldukça zor bir yaşam. Yazınız için sizi tebrik ederim. Kendi adıma teşekkürü hakedecek kadar yardımım oldugunu dusunmuyorum ama inceliginiz icin ben size tesekkur ederim.
sevgiler.
teşekkürler .. hayatınız her daim güzel olsun..
Çok sevgili Seçil Hanım, gülüşünüz kadar harika yazınızı bir çırpıda okudum ben de. Artık yazmadığınızı görünce de üzüldüm 🙁
Seçilciğim,kutluyorum seni,doktora tezi gibi olmuş,yüreğine,beynine,kalemine sağlık…
Harika bir yazı olmuş. Tacim Gölpınar’a katılıyorum. Doktora tezi kıvamında bir yazı. Elinize sağlık 🙂