Biri gider biri kalır, bunun adı “Aşk” olur….
Sevgi Egeli'nin Aşk üzerine yazdığı My Blueberry Nights izlencelerini anlattığı makalesini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duymaktayız.
Canına yandığımın yağmurlu İstanbul sabahı kiminizi boğazda kahvaltıya, kiminizi alışveriş merkezlerine çekerken, beni kocaman koltuğumun üzerinde film izlemeye davet etti.
Aylardır Arif Mardin’in nasıl olup da keşif saydığını düşündüğüm Norah Jones, tesadüfen seyrettiğim bir filmde karşıma çıktı….
Chungking Express, As Tears Go By, Happy Together, Fallen Angels ve In The Mood For Love filmlerinin yaratıcısı usta yönetmen Wong Kar Wai’nin ingilizce çektiği ilk film olan, Fransa – Hong Kong yapımı, bana göre bir yönetmen filmi olan “My Blueberry Nights” ı izledim yağmurlu İstanbul’da…
Film, Wong Kar Wai’nin “In the mood for love” filmi için çektiği kısa metrajlı bir filmden yola çıkılarak, her sahnesi fotoğraf karesi kıvamında çekilmiş. Işıklandırma ve kadrajlamayı da farklı buldum, sanki film izlemiyorsunuz da gizlice gözetliyorsunuz.. Özenle hazırlanmış, ayarlanmış her sahne doğal geliyor izleyiciye. Film bir road movie yani yol hikayesi değil aksine mesafenin tanımlandığı bir yolculuk.
İnsanlara aşkı saplantı halinde yaşamanın ezberletildiği, sonra bir daha ezberletildiği dünya düzeninde, başka olasılıklar da olduğunu anlatan bir film. Evet… Çoğumuzun özlediği gibi dibine kadar yazılmış bir aşk hikayesi değil.
Hatta Norah Jones’un masum ve buğulu sesine tapanlara “Norah n’aaaaptın sen ya? Elin adamıyla öpüşmüşsün falan. Ben seni saf ve temiz duygularımla sevmiştim allahsız” dedirtecek Norah Jones’un Jude Law’la öpüştüğü film afişinden uzak durmalarını salık veririm.
Hikaye Lizzie’nin tutkuyla bağlı olduğu sevgilisinin kendisini aldattığından şüphelenmesi ve bunu doğrulamasıyla başlar.
Terkedilmenin, sevilmemenin ve tercih edilmemenin yüküne dayanmaya çalışırken, gece yarısı bir bara girer… Şuursuzca girdiği barda turta yiyerek acısını unutmaya çalışır…
Sadece aldatılmış olmak değildir canını yakan… Çok sevdiği adamın kendisini hiç sevmediğini öğrenmek daha çok acıtır Lizzie’nin canını.
Öyle zamanlar vardır ya, hayatın bodrum katında hissedersiniz kendinizi, olaylar tepetaklak eder, sanki binanın en üst katından kaldırıma çakılmış gibi hissedersiniz. Bodrum katlarda yaşayanları ilk kez o gün anlarsınız. Bir süre birlikte yaşarsınız…
Bodrumlar kötüdür… En üst katlarda yaşayanların anlatacakları hikayeler güvercin hikayeleridir, bodrum katta yaşayanlar ise insanların yüzlerinden önce ayaklarını görürler ve dünyanın bütün pisliği üzerlerine akar. Bana göre Jeremy ile Elizabeth’in ortak noktasıda budur… J
eremy anlatmasa da budur. Elizabeth hayatın bodrumunu uzaklarda yaşar. Bodrumdaki penceresinden Sue Lynne, Leslie ve Arnie’nin adımlarını seyreder.
Jude Law’un tüm sevimliliği ve sükunetiyle filmin yarısına hakim olduğu, Natalie Portman’ın zaten beğendiğim oyunculuğuna eklenen kısa sarı saçlarıyla hareketlendirdiği ve Norah Jones’un mimikleri ve rolüyle herşeyi net ve sakin anlattığı hikayenin kalitesi sizin de aşk filmi izleme tarzınızı yeniden belirleyebilir.
Bir kısım izleyiciye “Dur bi dakika, bugüne kadar arkasında durduğum ve inandığım aşk; çoğumuzun inandığı biçimiyle bir saplantı mıymış? Aşkın başka bir hali, başka bir yerde, başka bir şekliyle mi karşımızda duruyormuş? Tanışmak bugüne mi kısmetmiş?” dedirten bir tanımlama.
Rachel Weisz’ın (Sue Lynne) karşı konulamaz dişiliği, kavanozdaki anahtarların hikayeleri ve anahtarlar üzerine Jeremy’nin yaptığı yorumlar, Lizzie’nin yolculuk sonunda yaşadığı herşeyi doğru anlaması, Arnie’nin saplantı haline getirdiği ve hayatını hiçe saydığı aşk anlayışı, Jeremy’nin sevimli, sakin ve sıradan (bir o kadar sıradışı) halleri, final sahnesinde Norah Jones’un söylediği “The Story”.
Jeremy’nin, Lizzie’nin dudaklarının kenarında kalan kremanın sevimliliğine kapılıp, masanın öteki tarafından uzanması ve kremayı temizleme işlemini sıcak bir öpücüğe dönüştürmesini sıcak bir gülümsemeyle ve özlemle izlemeniz muhtemel.
…
Müthiş sevimli Jeremy’nin söylediği “eğer siz de çok lezzetli olduğunuz halde diğer tatlılar yüzünden her gün vitrinde bekleyen bir yaban mersinli turta iseniz, beklemeye devam edin; bir gün bir dilim almak isteyen birisi çıkar” sözünü dinlemedi….
Veda edemediği sevdiğinin penceresini gören sokak lambasının önünde durup, son bir kez adama ve yanındaki kadına baktı… Onsuz yaşamayı düşünemediği birine nasıl veda edebilirdi ki? Hoşçakal demedi… hiçbir şey demedi… Sadece yürüyüp gitti Elizabeth…ve o gecenin sonunda karşıdan karşıya geçmek için en uzun yolu seçti.
Galiba insan önce kendini affedebilmeli… Ayağına dolanan hatalarından kurtulabilmek için; önce kendini sevebilmeli… Veda etmediği sevdiğini arkasını döndü Lizzie…. bir adam için, bir şehre ve olasılıklara veda etti…. Uzakta kaldığı sürece tabldot yemek tepsisinde sunulmuş zamanlar ve hayatlar yaşadı, yediği her yemeğin tadını Jeremy’ye yazdı. Gönderdiği mektupları yazarken, yazdığı her kelimede masumiyete ne kadar yaklaştığını sonradan farkedecekti Lizzie.
Hepimiz hayata seçemediğimiz bir noktadan başlıyoruz. O noktayı kaderimizmiş gibi kabul etmeyip, başka yolları da denemek gerekli belki de. Bazen karşıdan karşıya geçmek için en uzun yolu seçmiş olsanız bile.
Aldatılmak… terkedilmek…. yalnızlık… sevgisizlik…. beklemek… içmek… ağlamak…
Yolculuğunun sonunda altı sıfır attı hayatından. Yıllar içinde ne güçlüklerle biriktirmişti o sıfırları oysa. Sonunda tablonun sıfır noktasında buluştular… Kazanılmış, gerçek bir masumiyetle.
Eline sağlık Wong Kar Wai.. Rachel Weisz, Norah Jones, Jude Law.
Filmin final sahnesindeki Elizabeth’in son repliği ile huzurunuzdan ayrılıyorum:
“it took me nearly a year to get here.. it wasn’t so hard to cross that street after all, it all depends on who’s waiting for you on the other side..”
Sevgi Egeli
bu filmi ben de seyrettim ama bu yazıdan sonra oturup bir kaç kez daha seyredeceğim… Düşünmüyorum, yapacağım…. Bayramda ne yapacağım diye düşünürken, film seyretme iştahımı açtınız 🙂
Seçil’cim, o kadar güzel yazmışsın ki ben de en kısa zamanda alıp izleyeceğim…
Ben sizi gıyaben tanıyorum. Sihirli değneğiniz olduğunu söylemişlerdi, kime dokunsanız gülermiş siz ne zaman konuşsanız insanlar daha sonra sizi taklit edermiş olayları sizin cümlelerinile anlatırmış. Anlatacak ve anlatılan hikayeleriniz çokmuş. Aslında tokalaşıp merhaba dedik birbirimize ama bu kadar hikayesi ve zekası fazla olan bir kadınla tanışmak zaman alıyor o yüzden gıyaben tanıyorum dedim.
Yollara çıkıp aşkı arayanlara çok şaşırırım aşk gelecekse gelir zaten türk kadınının aşk saplantısından nefret ediyorum desem yeridir. herşeyi otomaik olarak aşka bağlar.bu filmi izlemedim ama izleyeceğim güzel bi filmse eşe dosta tavsiye eerim bıktım bu vıcık vıcık ilişkilerden.
valla yazı çok g üzel olmuş
eminim film de güzeldir.
Wang Kor Wainin büyük bir yönetmen olduğu muhakkak ama bizim ülkemizde pek tanınmıyor çoğu filmini izledim chungking express harika siz de fazlaca bilinmeyen ve ülkemizde tanınmayan insanları çok güzel yazıyorsunuz severek ve ilgiyle okuyoruz.
merhaba, yine size rastladım. Rastladım demek yanlış olur zaten bekliyordum. Bu yönetmeni duymamıştım ama Rachel Weisz’i biliyorum ve kendilerine taparım en yakın zamanda filmi izleyeceğim. Rahmetli Arif Mardin müzik dünyasının duayeniydi ve çok kaliteliydi.
akıcı bir yazı olmuş herkesin ramazan bayramını kutlarım
kaleminiz çok kuvvetli yazılarınızın çoğunu okudum çok çok beğendim inşallah kaleminize ve yüreğinizi taşıyacak insanlarla karşılaşırsınız. Herkesin bayramını kutlar mutlu günler dilerim.
İtalya’nın en çılgın, Milano’nun en romantik kadınına merhaba. Seni bekliyorum yine buraya. Yazılarını okuyorum, çok etkileyici yazıyorsun, hiç de haber vermiyorsun. Milano ve ben seni çok özledik. Kocaman sevgiler, Görkem.
bu filmin kavanozdaki hikaleyeler bölümüne bayılmıştım, çok güzel bir filmi anlatmışsınız ben de tekrar izleyeceğim. yaban mersinli turtalar, kumarbaz, lessie, sarhoş arnie…. hepsi ama hepsi çok güzeldi.
Çocuk Oyunu filmi kadar etkilemiş seni anlaşılan. Çok özledik seni canım, iyi bayramlar bu arada. Ne zaman geleceksin Paris’e bizi görmeye? Belki burada kendi hikayeni de yazarsın, ne dersin? Yorumlara şöyle bir baktım herkes filmi izlemek istyior, ben de izleyeceğim.
sayın yazar yaban mersini diye bir bitki hiç duymadım ama merak ettim uydurma bir bitki mi film içinmi uydurmuşlar bu bitki adını bide karvonkai yönetmenin türkçe ismi yokmu onuda yazarsanız iyi olur
bu konu üzerinde yazıldı çizildi ve insanlık varoldukça da konuşulmaya devam edilecek. Aşk değil de daha çok bu ünlü yönetmen hakkında konuşmak istiyorum. Ama öncelikle ilçemizin gazetesinde zaman ayırıp böyle güzel yazılar yazdığınız için sizi kutlarım. İsminizi daha önce eş dosttan duydum ama okumak bugüne kısmet oldu. Yönetmen çok ünlü bir yönetmendir ve Tr’de çok bilinmese bile yaptığı her film şaheser niteliğindedir.
Bütün filmlerinin izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Herkesin bayramını en içten dileklerimle kutlarım.
Pamuğum seni çok özledim. Ay sonu İstanbul’dayız 🙂 Daha ne olsun işte.
çok kaliteli bir yönetmendir kendileri daha bol film yapsa da seyretsek ne iyi olur.
ne güzel filmdir 🙂
Çok güzel yazmışsınız sıkılmadan okudum hatta biraz daha uzun yazsaydı keşke diye düşündüm. Duru ve dik bir kalem.
Duygu insanı. Anadolu kültürü aşığı ve yenilik insanıdır kendileri. Biz de pek severiz hanımefendiyi. Kalemine sağlık.
Gerçekten bizi bırakıp gidecek misiniz sayın yazar? Duyduklarım doğru mu? Istanbul geceleri sizsiz, biz sizsiz, vadi sizsiz, kediler sizsiz, gülüşler sizsiz olur mu bu şehirde?