Bu hafta diğer günlerden farklı olarak bir konuğumuz var bu köşede.
Komşu ilçeden bir tiyatro ve tiyatrocu ağırlayacağım müsaade ederseniz. Evde pasta, börek hazırlayıp misafir ağırlamak zor geldiğnden, bu köşede ağırlayacağım.
Tiyatroseverlerin tiyatrodan, diziseverlerin Zerda ve Kurtlar Vadisi dizilerinden, sinemaseverlerin Sis, Leoparın Kuyruğu, Yumurta, Vali ve Aşk-ı Muhabbet filmlerinden hatırlayacakları sevgili Hakan Pişkin’le konuşacağız… Biz kendi aramızda başka zaman da konuşuyoruz, bugün biraz daha kalabalık olacağız. Sohbeti Benjamin Button filmi gibi tersten başlatacağım… Önce iş güç, sonra bizzat Hakan’ı konuşacağız.
Merhaba Hakan, nasılsın görüşmeyeli?
Gayet iyiyim. Yoğun şekilde üretmeye devam ediyoruz.
Ben seni tanıyorum ama tanımayanlara biraz tanıtmak istiyorum…
Karabük TED Koleji’nden mezun olduktan sora okuduktan sonra 9 Eylül Üniversitesi, İktisat Fakültesi’ne girdim, 3 yıl sonra atıldım, İlk YÖK atılmalarındanım. Sonrasında ise halen İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü olan Sn. Hülya Savaş beni konservatuvar sınavlarına hazırladı. İstanbul, Mimar Sinan Üniversitesi’nin konservatuvar sınavına girdim ve kazandım. Mezun olduktan sonra, 1 yıl Şehir Tiyatroları’nda oynadım. O dönemde televizyonda, Uğurlugiller ve birkaç reklam projesinde oynadım. Sonrasında ise 1 yıla yakın bir Londra maceram oldu. Türkiye’de özel radyoların yeni açıldığı dönemdi. Londra’da Güven Kıraç, Meltem Cumbul, Zeyno Gönenç’le birlikte bir yılımız geçti, hepimiz aynı radyoda çalışıyorduk. Sonra beraber Türkiye’ye döndük.
Döndükten sonra; diğer arkadaşlarımız televizyonla ilgili beklenti içerisindeyken ben tiyatro yapmak istiyordum. Beklentilerin tersine, ben onlardan önce televizyon ekranında göründüm. ATV’nin gündüz yayınları başladı ve Çiçek Dilligil ile birlikte gündüz kuşağında program sunmaya başladık, bir süre devam etti.
Televizyondan kazandığımız paralarla en iyi bildiğimiz işi yapmaya karar verdik, aynı zamanda uzun süredir peşinden koştuğumuz hayalimizi yakaladığımız bir zamandı, Devrim Nas’la beraber Tiyatro Ti’yi kurduk.
Türkiye’de özel tiyatroların uzun süre yaşamadığını da düşününce, geçmişten bugüne Tiyatro Ti’yi yaşatmanız mucizeye yakın bir durum.. Nasıl kuruldu Tiyatro Ti?
Konservatuvarda okurken Tiyatro Sandığı isminde bir grup oluşturmuştuk. Para kazanmaya başlayınca Macit Koper ile tanıştık. Ada oyununun yönetmenliğini kabul etti, aslında tiyatro kurmaktan çok herhangi bir tiyatroda oynayacağımız bir prodüksiyon düşünüyorduk . Macit Abi’nin desteğiyle tiyatro kurma düşüncesini geliştirdik, sonra Tiyatro Ti kuruldu, isim babası Macit Abi’dir. Ben askere gittim, döndüm. Bülent Yarar’la ilk oyunumuzu oynadık. Bülent konservatuvardan iyi tanıdığım bir arkadaşım, sanatına ve kişiliğine inancım büyüktür, bize de çok destek oldu.kadaşım. Tiyatroyu Devrim Nas ile birlikte kurduk. Ben askerdeyken tiyatronun kurulduğu haberi geldi.
Tiyatro Ti böyle kuruldu. Sonra Evren Duyal geldi, o da çok emek verdi, büyük prodüksiyonlar yaptık. Yurtdışı turneleri oldu. Ada’yı iki kişi oynadık ve başarı kazandık. Sonra Mahir Günşıray ile birlikte bir Brecht oyununu, “Adam Adamdır”ı sahneledik, Müşfik Hoca’nın dediği oldu, arkası kendiliğinden geldi. Adam Adamdır olumlu eleştiriler aldı, İstanbul Festivalinde oynadı.
Ardından “Ghetto”yu oynadık, Bülent Yarar vardı prodüksiyonda. 2000 yılında Ümit Kıvanç’ın yazdığı, Polonyalı Andrzej Sadowski’ nin yönettiği “Bekleme Odası” adlı oyunu sahneledik ve Polonya Uluslararası Krakow Alternatif Tiyatro Festivali’ne katıldık. Bu festival tiyatro için önemli bir festivaldir. Bizim için de önemli ve farklıdır. Çünkü bu festivale Türkiye’den ilk kez biz katıldık, sanırım bizim dışımızda çağrılan da olmadı.
“Masal Bu Ya” oyununu cafelerde, Babylon’da ve Kemancı’da sahneledik. Adamın Biri oyunumuz, orkestralı ve eğlenceli bir oyundu. Daha sonra benim yazdığım “Sakıncası Yoksa Başka Şeylerden Konuşalım”ı oynadık, Türkiye turnesi yaptık, masaların üzerinde oynadığımız zamanlar oldu, çok keyifliydi. Tiyatrocunun rfine tarafının yanında, yaptığı işi kitlelere ulaştırmak için eğilen ve bükülen bir tarafı var, bunu seviyoruz.
Çocuklar için “Trafik Canavarı’nı Gördünüz mü?” oyununu ekibimizden bir arkadaşımız yazdı, sahneledik, daha sonra şehir Tiyatroları’nda da oynandı.
Tiyatro Ti olarak bazı değerlerimiz ve hedeflerimiz var. Değerlerimiz insana saygıdan başlayıp, mutluluğuna ve sosyal farkındalık yaratmaya kadar bir dolu. Söyleyecek sözlerimiz var. Ülkemizi yurtdışı festivallerde temsil etmek manifestolarımızdan biriydi, yeni yazarlar üretmeyi amaçladık ve irili ufaklı bu amaçlarımıza ulaştık. Hatta ilk yıllarda, Tiyatro Ti bünyesindeki oyuncu ve öğrencilerimizin bir kısmı okullarda idealist tiyatrocu olarak gösterildi, bunlar gurur verici. Sonra diziler çıktı, maddi nedenlerden dizilerde varolma zorunluluğumuz doğdu, işler biraz yavaşladı, projelerimizi zor çıkarmaya başladık. Tiyatro Ti’nin 15. Yılında, Ümit Çırak ile birlikte tekrar Ada’yı sahnelemeye karar verdik.
Ada’nın hikayesini anlatmak gerekirse, herşeyden önce bize bir tiyatro kazandırdı. Oyunculukta bir sıçrama noktası olarak, bir çığır açtı. Ada önemli bir oyundur, şöyle böyle bir oyun değildir bizim için. Ada oyununda iki mahkum hapishanede tiyatro yaparak ayakta durmaya çalışıyorlar. Biz de yıllar yılı tiyatro yaparak ayakta durmaya çalıştık. Krize rağmen yatırımlar yaptık, yeni bir oda tiyatrosu kurduk, krize ve Türkiye’de sanata verilmeyen desteğe rağmen ayakta durmaya gayret ettik. Kısaca gerçek hayattaki karakterimizin, oynadığımız oyunun içindeki karakterlerle örtüştüğünü düşünüyorum. Ada aynı zamanda, kendine inanma, değerlere sahip çıkma, inanç geliştirme üzerine bir oyun. Tiyatro Ti olarak biz de 15 yıldır kendi değerlerimize sahip çıkarak ayakta kaldık.
Sen de eve misafir geldiğinde kendi yazdığın oyunları oynayarak mı başladın tiyatroya?
Oynadım, hakikaten de öyle şeyler oluyor. Tiyatro ve gösteri sanatlarına meyilli ve yeteneği olan çocuklarda, küçük yaşlarda kendini gösterme isteği oluyor. Bizim zamanımızda çok fazla kanal ve dizi yoktu, bizim etkilendiğimiz konsept ve temalar farklıydı. Evde yaşayanlara, anneme, babama, anneanneme çeşitli şakalar ve oyunlar yapardım. Çok taklit yapardım, arkadaşlarım gülerdi, benim de hoşuma giderdi. Devamında ise, lisenin ilk yılında Karabük’te bir gece klübünde skeç yazan, taklit yapan biri olarak hatırlıyorum kendimi.
Tiyatro Ti’ye dönecek olursak; tiyatroyu kurdunuz… Sonra oynadın, oynadınız, şanslı olanlar gelip izlediler… Ada çıktı ortaya… Sessiz sedasız ödül topladı Ada Oyunu… Buna rağmen medyada yoktun. Seni tanıyorum, seyirci ve okuyucu kitlesinden çok az insanın farkında olduğu geniş bir çevren ve sağlam ilişkilerin var. Buna rağmen o ödüllerini medyayla paylaşmadın. Ya da başka deyişle medyatik olmayı tercih etmedin. Neden?
Doğru, bugünkü popüler kültür denilen noktadan bakıldığında biraz eksik görünebilirim ve görünebiliriz. Biraz kültür meselesi. Müşfik Kenter’in öğrencisiydim. Müşfik Hoca’dan oyunculuğun alfabesini öğrendiğimiz dönemde oyunculuğun terbiyesini de aldık. “Siz işinizi yapın, kalanı ile ilgilenmeyin, işinizi iyi yaptığınıza emin olduğunuzda başarı kendiliğinden olur” derdi kendisi.
Bizim çocukluğumuz da farklıydı şimdiki çocuklardan. Aldığımız sosyolojik terbiye tevazu içerirdi. Bütün bu öğretilenlerin kendi yapımda hazımsızlık yaratmadığını, bu nedenle buna uygun davrandığımı ya da öyle davranmam gerektiğini düşündüm.
Bir ucu da farklı tabii, artık iletişim çok önemli, tanıtım çok önemli, bunlar değişen ve gelişen değerler. Yine de “biz işimizi yapalım, gerisi kendiliğinden olur” sakinliğiyle davranıyorum, böyle bir inancım var. Medyatik olma konusu önemli olmakla birlikte kendi içinde ciddi sıkıntılar taşıyor. Öz ile biçim arasında ciddi dengesizlikler var, bu tanıtımlar işin özüne uygun yapılmıyor. Aldığımız ürünlerin tanıtımına baktığımızda muhteşem sonuçlar olması gerekiyor ama pek de öyle olmuyor. Medya ilişkisini kabul etmekle birlikte, bugünkü şekliyle sorunlu bir ilişkim de oldu.
Ada çok başarılı bir oyundu ve bu bizzat senin ve ekibinin başarısıydı. Ya da kısaca Tiyatro Ti’nin… Ada’nın hikayesini baştan sonra bir kez daha dinleyebilir miyim? Ödülü hem önemseyip hem de önemsemeyenlerdensin. Ödülü önemli yapan ne? Önemini nerede kaybediyor?
Çok güzel bir soru… Bu sorunun altında bugünkü tüm sosyolojik karmaşa, güncel ilişki sıkıntılarımız var. Büyük bir tüketim toplumu olduk, tüketime yönelik bir toplum olma düşüncesi pompalandı bize, üretime yönelik dinamikler geride kaldı. Hemen herşeye sahip olalım, hemen bişeyler olalım, hemen herşeyi alalım, yiyelim, edinelim düşüncesi çok ciddi sıkıntılar yaratıyor. Oysa ki hiçbirşey bir süreci tamamlamadan hazmedilmez, değerini ve yerini bulmaz. Ödül de bu mekanizmalardan biri. Ödül bugün reklamların en önemli mekanizması haline geldi, hatta ödülleri şirketler veriyor. Bu ödülün doğasına ters bir durum. Ödül bir reklam elemanı olarak veriliyor. Oysa ödülün kendine ait kutsal, marjinal bir değeri olmalı. Ödülün kendine ait bir tarafsızlığı olmalı, işler bir yerlerde karışıyor, jürilerde karışıyor, sponsorlarda karışıyor, bir yerlerde ciddi karışıyor. Televizyonda görünen insanlara ödül verirsek, onlar üzerinden ödül verirsek, o süreçte kimler popülerse onlara ödül verirsek, televizyonda reklamımızı yaparız, medya da bize bakar, besler kaygılarının hissedildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla ödül Türkiye’de kendi değerini edinemiyor.
Ödülün kendi tarafsızlığını, kendi bağımsızlığını elde etmesi gerekiyor. Ödülün hiçbir maddi değeri yoktur, tamamıyla bir semboldür. Onun içerdiği anlam ve tarafsızlık, yansızlığın değeri önemlidir. Bunlardan kurtulamadığı için ödüle ihtiyaç duyuyorum, motivasyon ihtiyacını karşılayacağına inanıyorum ancak Türkiyede maalesef yaşanan bütün süreçlerin sonunda ödül mekanizmasının da erozyona uğradığını düşünüyorum.
Ada oyunundan bir sahne
Aldığınız ödülden bahseder misin?
Aldığımız ödül Lions tarafından verilen bir ödüldü, güzeldi. Lionslar uzun bir süredir ödüllerini halka devretmişler, bu değerli bir durum. Tabii bu konuda başka tartışmalar çıkarıyor bu durum: Halk tiyatro konusunda ne kadar bilgilidir, nasıl karar verir, verdiği ödül hangi seviyede bilinçle verilmiş bir ödüldür soruları soruluyor. Sonuçta halkın verdiği ödül az önceki sorunun cevabında saydığım parametrelerden arınmış olduğu için bana daha saygın geliyor, onların karşısına çıkıyoruz ve seyirci gözünden değerlendirilmiş oluyoruz. Halktan tahmin edilenin çok üstünde oyun izleyen var, biz önemsiyoruz bu ödülü. Ümit Çırak ve ben En İyi Oyuncu ödülünü aldık. Küçük salonlarda oynanan oyunlar çok gelişiyor, biz de bu başlık altında aldık.
Ti Performans için kıvamında pişmiş bir yemeği kendinden emin servise sunduğunu söyleyebilir miyim?
Keyifli yemek benzetmesi, hayatın tadını ve ağzının tadını bilenler için çok şey ifade edecektir, diyebiliriz.
Beyoğlu’nun en sevdiğim sokağındasınız. Beyoğlu derinliği ve çeşitliliği açısından farklı. Siz neden Beyoğlu’ndasınız?
Beyoğlu’nu seviyorum. Beyoğlu’nda Tel Sokak’tayız. Bizim yerimiz Beyoğlu’nun değer kazanan sürecindeki değerli bir sokakta. Bu bölge tarihi değerinden de yararlanarak sanat ve kültür aksiyonları merkezi olmaya oynuyor Beyoğlu, biz de onun içerisinde yer almaktan mutluyuz, böyle bir büyük fotoğrafı var Beyoğlu’nun.
Bizim bulunduğumuz sokakta kaliteli gece kulüpleri ve otopark gibi nedenlerle tercih ediliyor.
Tiyatroyla başlayan sanat hayatınıza, yine tiyatroya bağlı olarak farklı zenginlikler de eklediniz Ti Performans’tan bahsediyorum. Böyle bir ihtiyaç mı doğdu ya da var olan bir ihtiyacı mı farkettiniz? Ti Performans bunu yapıyor sanırım. Biraz bilgi verir misin?
Bu biraz önceki pişmişlikle alakalı bir durum. Hayatımızı üretmek üzerine yazdık. Telif haklarından kurtulmak için oyun yazmak, yönetmenlere para ödememek için yönetmek zorunda kaldık. Zaman zaman tercih zaman zaman da zorunluluktan hem bireysel hem de ekip olarak geliştik. Sonuç olarak da oyunculukla beraber çok yönlü gelşitiğimiz ve biriktiğimiz bir noktaya geldik. Bilginin önemsendiği bir dönemde, yine üretime dayalı bir yola girmeye karar verdik. Hem Tiyatronun kendi kaynaklarını yaratabilmesi adına, hem de eğitimciliği sevdiğim, yeni insanların geliştiğini ve hatta ekmek kazandıklarını görmeyi sevdiğim için böyle bir atölye oluşturduk. Ti Performans disiplinlerarası sanatın yapıldığı bir atölye. Sosyal ve psikolojik olarak bir sıkışma dönemi yaşadığımız yaşam şartlarında, bizim atölyemizin şifacı tarafının fazla olduğunu düşünüyorum.
Modern dansın yapıldığı, müziğin kullanıldığı, performansların olduğu, oyunların oynandığı bir yer olsun istedik. Burada hem tecrübesi olan hem de genç duyguları olan, üniversitlerede görevli ve alanlarında yetkinleşmiş arkadaşlarımızın görev yaptığı bir mekan. Bir diğer boşluk da workshop alanlarının Türkiye’de fazla olmaması. Okuldan mezun olmuş oyuncunun oyunculuğunu geliştirebileceği atölyeler fazla yok. Disiplinlerarası ilişkilerin kurulduğu, hayatla da ilgisi fazla olan Ti Performans böyle doğdu.
Kimler var Ti Performans’ta?
Mimar Sinan Üniversitesi’nde görevli Damla Hacaloğlu var. Üniversitelerde workshoplar yapan aynı zamanda eğitim de veren Ümit Çırak var. Şehir Tiyatroları’ndan Bensu Orhunöz var. Yaratıcı yazarlık konusunda yıllarca Atıf Yılmaz ile birlikte çalışmış Sevgi Saygı var. Bunlar tanınmışlar, üniversitelerin çeşitli bölümlerinden mezun genç bir kadromuz da var. Kadromuz geniş ve genişlemeye de açığız.
Peki, yurt dışından bayilik ya da ortaklık yöntemiyle alınmış eğitim programları satan ve lüx plaza ya da semtlerde konuşlanmış şirketler varken insanlar neden sizi tercih etmeliler?
Nicelik ve nitelik arasına zaman zaman ters orantı olabiliyor. Örneğin seri üretim yapan bir fabrika ile terzi arasındaki farkı düşünelim: Kişiye özel bir elbiseyi en iyi terzi diker. Biz de kendimizi bu alanın butiği olarak düşünüyoruz. Konservatuvar hazırlık sınıflarımız var, 4 kişilik . 15-20 kişilik sınıflarla bu eğitimi veren ve daha ticari düşünen kurumlar da var. Bu tür çoğulcu yaklaşımdan ve getireceği sıkıntılardan uzak duruyoruz. Böyle bir çekici yanımız var. Gelenlerle daha sıcak, samimi ilişkiler kurabilmek, daha yakından ilgilenebilmek gibi dikkat ettiğimiz konular var. Çok yönlü ilişkilerimiz de oluşuyor. Temel oyunculuk eğitimine gelen arkadaşlarımız, diğer yandan aktif tiyatro da yaptığımız için oyunlarda rol alabiliyorlar, para kazanabiliyorlar, bize para kazandırıyorlar, aldıkları eğitimleri pratikle deneyimlenmiş oluyor, yani bir sürü tamamlayıcı elemanı var bu işin. Bu nedenle bizi tercih etmeleri mümkün. Biz bu alanın butik kuruluşuyuz. Henüz çok yeniyiz, tanıtıma ihtiyacımız var ama doğamız gereği çok da fazla güncel ve kısa sürede tükenen ve tüketen tanıtım aktivitelerinin içinde yer almak istemiyoruz. Tanıtımı öğrencilerimizin basarısıyla uzun vadeye yaymayı planlıyoruz.
Çalışanlara yönelik verdiğiniz eğitimler dikkatimi çekti. Profesyonel çalışma hayatının içindeki çalışanlara ne tür eğitimler veriyorsunuz? Neleri değiştiriyor, neleri daha farklı yapmalarına ya da yönetmelerine yardımcı oluyorsunuz?
Bu soru için de teşekkür ederim. Bu yeni gelişen bir alan ve bizim de gelişmesine katkıda bulunmaya çalıştığımız bir durum. Terapik Tiyatro isimli yeni bir ürün oluşturduk. Modern kent hayatının getirdiği çalışma düzeninin çalışanı olumsuz yönde etkilediği bir gerçek. Gün ışığı görmeyen plazalar, çağrı merkezleri, banka gibi kapalı alanlarda bu kapalılığı aşmak, ilişkilerdeki ve iletişimdeki tıkanıklığı gidermek için, aynı zamanda dışarıdaki sosyal tıkanıklıklara iyi geleceğini düşündüğümüz bir ürün. Tiyatro yaparken kişi kendiyle ilgilenmek durumunda kalıyor. Duygularıyla, düşünceleriyle, davranışlarıyla onları yeniden yaşamak, konumlandırmak, sıkıntılarının farkına varmak durumunda kalıyor. Bunu bir psikolog tavrı içinde uygulamıyoruz, tiyatro elemanlarını kişiyle ilişkilendirerek, çok da derine inmeden kurum ve kişide pozitif yönde algı değişikliği ve farkındalık yaratarak bir tür merhem görevi gören bir ürün diyebiliriz. Uygulamalarımızda insanların hayatında belli ölçüde temel değişiklikler yarattığını farkettik. Oyun oynamak, oyun oynama duygusu bizi geçmişe, çocukluğumuza götürüyor. Birlikte birşeyler yapmak, bir geçmiş oluşturmak, bu geçmişte kendine zaman ayırma ilişkisi, bunların hepsi bir sihirli değnek değmişçesine bir aydınlanma yaratıyor. Bunu biz Terapik Tiyatro adı altında topladık ve çalışanlara yönelik bir kursa dönüştürdük. Bazı kavramlar, konular belirliyoruz, o konuların skeçlerini oluşturuyoruz. Mesela kızgınlığı olan birisi, kızgınlığını sanatsal bir ürüne dönüştürüyor, hem o kızgınlığıyla başka tür bir ilişki kurmuş oluyor, belki de daha önce kendinde keşfetmediği başka tür bir yeteneğin farkına varıyor, çok güzel sonuçlar alınıyor.
Kurumlara verdiğiniz bu eğitimleri kendi mekanınız dışında, onların seçtiği mekanlarda da veriyor musunuz?
Veriyoruz, şirketlerin şehir dışı etkinlikleri fazlalaşmaya başladı, bunlar için bütçeler ayrılıyor. Bunun dışında bayi toplantıları olabiliyor, bayi toplantılarında konuşulan finansal konular ve şirket stratejilerinin yanısıra, bayilerin ya da çalışanların bizimle oynayacakları küçük oyunlar şirkete aidiyeti fazlalaştırıyor, bunların sonuçlarını da somut olarak alıyoruz. Şirket yetkililerinin hiç tahmin etmedikleri bir ilgiyle karşılaşıyoruz.
Ti Performans’ın verdiği kişisel ve kurumsal eğitimleri konularına göre başlıklarını sıralamak istersek?
Terapik tiyatro dışında, şirketlerde sınıf içi eğitim denilen bir bilginin aktarılmasına yönelik bir metod kullanılıyor ama bu değişmeye başladı,daha yaşamsal eğitimler ağırlık kazandı. dddaha çok outdoor çalışmalar yapılıyor. Şimdilerde ise biraz daha görsel ağırlıklı şovlar, eğlencesi olan, seyretme keyfi olan eğitimler isteniyor. Bu nedenle danışmanlık şirketi sahibi bir arkadaşımızla, Indus danışmanlık ile yeni bir ürün daha oluşturduk. Bu beden dili gösterisi ağırlıklı bir ürün oldu. Indus Danışmanlık sahibi, Psikolog Efsun Hanım ile hem beden dili eğitim veriyoruz, hem onun şovunu, gösterisini yapıyoruz, gülüyor, eğleniliyor, içine giriliyor. Geliştirdiğimiz ürün kurumların ihtiyacına cevap verebilecek nitelikte. Stres atma, yaratıcılık alanlarında, yaratıcı olma alanlarına da taşıyacağız. Büyük şirketlere de bu tür hizmetler vermeye başladık.
Peki bu eğitimleri alırken belirli bir disipline göre hazırlanmış dökümantasyon üzerinden mi yoksa grubun yapısı ve ihtiyacına göre doğaçlama mı gerçekleştiriyorsunuz eğitimleri?
İkisi de oluyor. Varolan grubun ihtiyaçlarına göre olduğunda önce şirket yetkilileriyle özel toplantılar yapılıyor, ihtiyaçlar belirleniyor, kurum değerleri ve hassasiyetler öğreniliyor, çalışma ona uygun bir reçete olarak çıkartılıyor, geri dönüşler araştırılıyor, bunlar uzun vadeli çalışmaları gerektiriyor. Kısa vadeli çalışmalarda ise; belli bilgilerin aktarılması yönünde, keyifli ve görseli fazla eğitimlerin, mesela, beden dili eğitimi, yaratıcı düşünme gibi prototip bilgilerin aktarıldığı eğitimler olarak aktırılıyor. Yine ilginç, sohbet toplantıları, tartışma platformu, ilginç seminerler de yapıyoruz. Tamamen grubun yapısı ve ihtiyacına bağlı olarak belirliyoruz.
(Ti Performans, Hakan, Begüm ve Ece)
Tıp kongrelerine de katılıyorsun değil mi? Hangilerine, ne amaçla katılıyorsun?
Yaklaşık 3 seferdir Aile Terapisi Derneği’nin düzenlemiş olduğu kongrelere katılıyorum, konferans veriyorum. Bu tür etkinlikleri çok faydalı buluyorum, psikoloji alanındaki her türlü metod paylaşılıyor, çok ilginç araştırmalar dinleniyor. Psikologlar, psikiyatristler, sosyal hizmet uzmanları katılıyor. İnsanın düşünce, duygu ve davranışlarıyla ilgili çok fazla tartışma ve bilgi paylaşımı oluyor. Ben de sanatsal birikimlerimi, gözlemlerimi, analizimi farklı bir söylemle aktarıyorum. Rol, giriş-çıkış, oyunculuk, duygu, aktarım gibi konularda konuşuyorum. Art terapi konusunda bazı çalışmalarım oldu. Art Terapist yardımcı doçent bir arkadaşımla Marmara Üniversitesinin bir programında tiyatro modülü kısmında art terapist olmak isteyenlere eğitimler verdik. Bazı danışanlar yani bazı sıkıntıları olan kişilerle teke tek tiyatro çalışmaları yapıyorum, tiyatronun şifasının olumlu sonuçlar verdiğini görmek beni mutlu ediyor. Bu sene farklı bir kaç konferansa daha katılacağım sanıyorum.
Kişinin kendini tanımasına da bir miktar yardımcı oluyorsunuz. Peki eğitim için gelenlerin kendini tanımaya ya da farketmeye başlaması risk değil mi? Yaptığı işle çelişen bir yapısı olduğunu farkettiğinde , eğitiminiz o firmaya ve eğitimi alan kişiye zarar vermiş olmaz mı?
Bu kesinlikle böyledir, bir risktir yani hayatın kendisi bir risk değil mi zaten? Kısa vadede zedeleyici görünse de uzun vadede son derece yararlı sonuçlar ortaya koyuyor. Örneğin kişi bir kurumda çalışıyordu ve bir farkındalık sonucunda o kurumda çalışmaması gerektiğini algıladı ve ayrıldı. O kurum açısından da olumlu bir çalışandı. Bu durumun kurum açısından bir kayıp gibi görülmesi ilk algıdır ancak çalışma sıkıntısı olan bir kişinin o kurumdan ayrılması o kurum adına faydalı bir davranıştır. Kişi açısından faydalı olabilir, kişi daha önce farkına varmadığı yanlarının farkına varıp, geliştirerek, olumlu bir hayat kalitesine doğru yol alacaktır. Çünkü farkındalık daha geniş bir algıyı, daha geniş bir hayatla teması getirir, kanalları açar, hangi işle ilgilenirse ilgilensin daha önceki tıkanıklıklar giderildiği için, çok daha verimli bir hayat ilişkisi, hayat enerjisi taşıyacağı için, gittiği her alana daha aydınlık, pozitif, taze bir hava yayacaktır. Bir kişi bir ya da daha çok tıkanıklık yaşıyorsa, ne o kurum ne de o kişi kendi bulunduğu üretim ilişkisinen yeterince yararlanabilir. Belki değil, bu mutlaka böyle olacaktır.
Sanata ve sanatçıya çok ihtiyaç var bu ülkede. Yatırım danışmanından, işletme yüksek lisansı yapmışlardan, bankacıdan ve siyasetçiden çok daha fazla ihtiyaç var, yanında yukarıdaki cümleyi anlayacak zekaya da ihtiyaç var o ayrı. Tiyatronun, penceresiz, havasız ve gün ışıksız plazalara sızması harika. Yurt dışından getirilmiş deli saçması ve “bitse de gidip bi yerde içsek” dedirten eğitimlerden daha etkin olduğunu düşünüyorum. Verdiğiniz eğitimlerin faydasını, eğitim sonrasında ölçme imkanınız var mı?
Mutlaka oluyor. Gelen katılımcılara ölçüm niteliğinde çeşitli sorular yöneltiliyor. Eğitim öncesinde sorulara verdiği cevaplarla eğitim sorasında sorulan aynı sorulara verilmiş cevaplar karşılaştırılıyor, daha sonrasında da o kişilerle kurulan iletişimde bunlar ölçülüyor. Kurum yetkilileriyle paylaşılıyor.
Belediyeler için hazırladığınız projeler de var sanırım. Hazırladığınız sosyal sorumluluk projeleriyle ilgili bilgi verir misin?
Belediyelerle ilgili olarak projeler yaptık, yapıyoruz. Önümüzde Kültür 2010 var. Kültür 2010’a bir proje hazırladık. Çocukların dramalarla kendilerini geliştirmesi, bir sanatsal kulvara girmeleri, sanatçı olmaları, eğitilmeleri,, kendilerine başka başka alanlar açmaları yönünde bir takım projlere oluşturduk. Darülaceze ve çocuk yetiştirme yurtlarıyla ortak yürüttüğümüz projeler var. Eğitime gelen çocukların hayatında başka başka pencereler açmaya çalışıyoruz. Bu hem onlara somut faydalar sağlıyor hem de bizi insan olarak ayakta tutan manevi duygular tattırıyor. Umarım bunlar gelişir, ortada çok fazla söylem var, çok konuşma var ancak adım atan ya da ayağını yerden kaldıran fazla yok. Dileğim bu tür sosyal sorumluluk proje sayısı ve uygulayıcısının sayı olarak artması.
Şimdi biraz mola verelim istersen.
Sonra da “Sakıncası Yoksa Başka Şeylerden Konuşalım”…
ne iyi etmişsiniz de böyle değerli bir sanatçıyı konuk etmişsiniz. Çok güzel şeyler anlatmış sayın pişkin. tekrar dizilerde görebilicez mi acaba?
değişik bir iş yapmışlar tiyatro olarak
yoğun kıvamda bir görüşme olmuş,sorular ve cevaplar doyurucu,ödül kısmındaki fikirlere bende katılıyorum (en popülerinden “oscar” ödüllerinde bile stüdyoların baskıları sonucu ne filmler ödül kazanıyor!!!)günümüz insanı çok kolaycı oldu,araştırmaya, yeni lezzetler keşfetmeye ya vakti yada takati yok,kitap alırken en çok satanlar listesine ve ödül kazanmışlara bakıyor,bu aynen tiyatro gibi alanlarda da geçerli,ödül kazanmışsanız yada popüler birini,bir televole figürünü(manken ya da hülya avşar)(aman yanlış anlaşılmasın bu kişilerin oyun güçlerini eleştiriyor değilim)oynatmışsanız oyununuzda başarı değilde tanınma rağbet görme şansınız artıyor bu da ekonomik olarak tiyatroya geri dönüyor ama en azından tiyatro tutkusu kitlelere böyle ulaşacaksada ne yapalım?yine o bildik soru karşımıza çıkıyor”sanat sanat içinmi?yoksa toplum içinmi?”
sizi bu sitede okuduğum için çok mutluyum sizinle tanışma fırsatı bulmuş biriyim. Sayın Hakan Pişkin çok değerli bir insandır yaptığı her işin arkasında duran bir yapıya sahiptir. çok güzel bir konuk ağırlamışsınız. Dejenere olmuş ortamda dejenere olmamış ender sanatçılardandır.
Seçilcim çok güzel bir yazı ve röportaj olmuş. Hakan Pişkin’in Ada oyununu seyretmiştim tr de olduğum zaman. her ne kadar tiyatro tr de hakettiği yeri bulamasada hala dimdik ayakta kalmaları çok güzel. güzel sorular sormuşsun güzel cevaplar gelmiş. çalışanlara yönelik verdikleri eğitim ilgi çekici krizden çıktıktan sonra farklı bir yerde olacakları belli. ben adımdan dolayı olsa gerek uğurlugilleri çok izlerdim orada oynadığını senin röportajından öğrendim. beyoğluna gittiğimde mutlaka uğrayacağım tiyatroti’ye.
sanat ve sanatçıyla buluşturduğunuz için teşekkürler. Harika olmuş. Devamını bekliyoruz 🙂
röportajın devamı nerde sayın yazar?
Istanbulda,beyoglunda oturan,günlük yasami böyle bir metropol sehirde gecen ve birisi olarak kendi capinda sosyal üretkenlik adina,belli bir zümreye hitap acisinda,hic bisey yapmamaktan daha iyi bir ugrasi.Benim icin,günümüzde Dünyada veya ülkemizde,güncel(sosyal,ekonomik,politik)konular ilgilendiriyor.
özledik sizi yazar hanım:) acep nerdedir bu yazının devamı. Zaten telefonları da açmıyosunuz bu ne meşguliyet?
Paris’ten sevgiler, çok güzel, akıcı bir yazı stilniiz var. Geldiğimde masa başı sohbetlerinde anlatırsınız hikayelerinizii ya bir meyhane ya da güzel evinizin vadiye bakan balkonunda. Uğur Abi’ye selamlar.
faydalı bir yazı en yakın zamanda ziyaret edeceğim ti performansı. broşürleri varmı acaba
Bugün gazetede okudum, Yıldız Kenter’in de maaşı kesilmiş ve 600 TL ile geçiniyormuş. Sözün bittiği yer.
hakan pişkin çok yakın arkadaşımdır ve çok değerli bir insandır. Röportajını okuduğuma çok sevindim.
Hakan Pişkin gibi değerli bi isimle çalışmak onur verici Seni çok seviyorum değerli hocam.