Beşiktaş’ta Son Carv-Ahval ve Şerait
Beşiktaş’ta işler biraz yolunda gitmeye başladı ya, bekliyorum birkaç gündür “Bakalım şimdi ne çıkacak diye”, nitekim merak fazla uzun sürmedi. Sevinçten endişeye dönmeye başlayan bir Tayfur Havutçu konumuz var artık nur topu gibi. Muhteşem Beşiktaş Yönetimi’nin çatlayan yumurtası.
Tayfur Havutçu tahliye olur olmaz teknik direktörlüğe dönüşünün konuşulur olması Carvalhal’ın moralini, şevkini nasıl etkiler, şöyle bir takım yapmış, şöyle bir top oynatmaya başlamış, bunun için gecesini gündüzüne katıp çalışmış, gün gelmiş baskı altında çile çekerek, Guti’siydi, Fernandes’iydi, kaleci seçimleriydi, zaman zaman burnundan getirilmiş bir insana bu şimdi reva mıdır, buna girmeyeceğim. Sanki sözünün çok eri, her işini anlaşmaya sözleşmeye göre yapan bir milletmişiz gibi, “Ona söylenmişti ama! Bu şartla gelmişti!” derler çünkü.
Beşiktaş’ın mevcut gidişini nasıl etkiler Tayfur’a görev teslimi, bunu düşünsün yeter şu anda muhteşem Beşiktaş Yönetimi.
Zaten yeterince yolunda olan bir takım, daha ne kadar yoluna sokulabilir; değişen bir şeyler olacaksa, bunun daha da olumluya doğru olacağının garantisi var mıdır, yolunda giden bir şeyi bozma riski şu durumda alınacak risk midir, bunu düşünsünler.
Carvalhal “bana arka çıkın, ortamı bozun, isyan çıkarın” gibi taleplerde bulunabilecek bir adam değil de, Portekizli futbolcuların hiç kendi aralarında konuşup örgütlenmeye bile ihtiyaç duymadan bu değişikliği nasıl isteksizlikle karşılayacaklarını düşünün.
Carvalhal’ın kendini artık ispatlamış bir teknik adam olarak şu anda medyada sahip olduğu kredinin yanında, aynı medyanın Tayfur için nasıl bir açgözlülükle beklediğini düşünün.
Tayfur’un 4 büyüklerin 4 Türk teknik direktörü içinde en genç, en kıdemsiz teknik adam olacak olması Beşiktaş’ı kimi zaman medya, kimi zaman saha içinde hakemler gözünde nasıl bir hiyerarşik sıraya sokacak bunu düşünün.
Fenerbahçe için söylenen şeyler, başları sıkıştığında nasıl Tayfur üzerinden Beşiktaş için de kullanılacak bunu da düşünün.
“Tayfur hiç merak etmesin, Beşiktaş’ta yeri ‘bir şekilde’ hazırdır” diye bir taahhütte bulunmak da yeterince büyük fedakarlıktı bir kulübün yapabileceği. O yer menajerlik olur, futbol şubesi kaptanlığı olur, her şey olur. İlk tutuklandığında, bunun Tayfur’un belki bu kadarıyla bile beklemediği bir fedakarlık olduğuna adım gibi eminim. Bunların bu kadar üzerini vaat etmek nereden icap etti; Beşiktaş’ın çocuğu olmak, eski bir kaptanımız, her zaman saygıyla andığımız başarılı bir futbolcumuz olmak dışında, Tayfur Havutçu’nın teknik direktörlük geçmişi ve karnesi nedir; bu kadar Mesih bekler gibi beklenen bir teknik direktörmüş gibi yapmanın sebepleri nedir, bunlar hep bellidir. Her şeyin şu kadar yolunda gittiği bir dönemde bu fikre hala sıkı sıkı tutunuyor görünmeye çalışmanın gayesi de ortadadır. Bitirmeden bunu da yazacağım.
Fakat bundan önce, işin bir usul boyutu var. Sayın Mete Düren, Başkan’ın emriyle Stoke City maçı çıkışı daha merdivenlerde “Bizim teknik direktörümüz Tayfur Havutçu’dur!” diyor. Acelen ne Basın Sözcüm? Nereye yetişiyoruz? Kim kovalıyor? Ağzından daha Carvalhal’a şu futbol için bir teşekkür çıkmadan, bu takımın teknik direktörünün Tayfur Havutçu olduğunu söylemek nasıl bir yol yordam bilmektir? Başkan evinde Tayfur’la eşini misafir ediyor, birlikte maç seyrediliyor, Basın Sözcüsü bismillah demeden merdivenlerde bu takımın teknik direktörünü hatırlatıyor, Tayfur Havutçu üç gündür omuzlarda, üç aydır posterlerde, şu takımın başında kaç senedir gördüğümüz en profesyonel adam olan adama profesyonelliği anlatıp şimdi “Valla profesyonel hayatta böyle şeylere hazır olacaksın Carlos’çuğum mu diyeceğiz?
Yıldırım Demirören ve yönetiminin iyi bildiği şeylerden biri, hiçbir şey bilmeyip, hiçbir yol haritası, hiçbir planı olmayıp, çok uzun vadeli büyük planları var “gibi” yapması. Hiçbir zaman hiçbir planları, çünkü hiç böyle bir vizyonları olmadı. Bir bildikleri var gibi yapmak, bir bildikleri var gibi bakmak, bir bildikleri var gibi konuşmak konusunda başkan müthiş. Ama o gözlerin, o bakışların, o safsata beyanların arkası hep boş oldu. “Eselim gürleyelim bir, elbet buluruz bir şey”, “Savunduğumuz bir şey var, inandığımız bir şey var gibi yapalım, bakarız yarın” politikasıyla, koca bir kulüp yönetiliyor. Çünkü günü ve koltuğu kurtarmak için, savunduğu, bildiği, inandığı bir şey var gibi yapması gerekiyor. Ve şimdi şu son duruma baktığımızda, ortalığa Tayfur Havutçu konusunu sunuş şekilleri de bugüne kadarki uygulamaların hiçbirinden farklı durmuyor. İddia ediyorum, başkan “Bizim teknik direktörümüz Tayfur Havutçu’dur” derken, şu anda bunu neden yaptığını çok bilmiyor, bildiği kadarıyla da çok içinden geleni söylemiyor. Madem içinden gelmiyor, sus bari, ama kendini 3 Temmuz’da soktuğu zorlama sahiplenmecilik durumu yüzünden onu da yapamıyor. 3 Temmuz sonrası, yeni bir teknik direktörle bir sezonu daha çöpe atma, yine yerden yere vurulma riskine karşı, “Biz Tayfur’u bekleyeceğiz” diyerek, camianın teknik direktörsüzlük veya Carvalhal seçimi tepkilerinin önüne “Öz evladımızı, Beşiktaş’ın çocuğunu bekliyoruz, buna mı karşı çıkacaksınız” setini çekti, bugün o günkü buluşunu alkışlatmaya çalışıyor ya da en çok. İçinden de “Adam başarılı oldu iyi mi. Keşke o gün ‘Tayfur’a üzüldük ama yapacak bir şey yok, bizim teknik direktörümüz Carlos Carvalhal’dır’ deseymişim” diyor, bu kumarı oynayamadığına yanıyor. Plan olmayınca, Beşiktaş hep kumarla yönetildi, şimdi elden gelen kare ası bırakıp masadan kalktığına yanıyor.
Beşiktaş allem etti, kallem etti, kendini yine bir şekilde açmaza soktu. Hep söylüyorum, kimsenin önünü kesmesine ihtiyacı yok Beşiktaş’ın, kendi haline bırak, Beşiktaş medyası, taraftar, en olmadı yönetim bir şekilde elinden geleni yapıyor.