Atılan futbolcunu alkışlamamayı öğrenmek…
Taraftarlık zor iştir. Bağırmak kolaydır da, neye, kime, ne zaman, ne diye ve nasıl bağıracağını bilmek beyin ister. Beyin olmayınca her iş gibi taraftarlık da güçleşir.
Dinamo maçında İbrahim Üzülmez diye bağıranı ıslıklayıp, kendisine çok ihtiyaç olacak ikinci maça çıkmamak için 90’da kasıtlı tekmeyle kırmızı gören Quaresma’yı soyunma odasına alkışlarla büyük tezahüratla uğurlayan bir seyirci izlemiştik İnönü’de. Dediler ki hırslandı. Dediler ki isyan etti. Dediler ki artık dayanamadı. Pardon, hırslanan adam kendi takımına bağırır; hırslanan adam takımına, hakeme, seyirciye isyan eder, direğe vurur, topa vurur. Nasıl bir hırsmış geçmiş pozisyonda arkadan laf olsun diye savrulan kasıtlı tekme? Sonrasını biliyoruz, bir dışarıya tahtırevanla taşınmadığı, madalya takılmadığı kaldı Q7’nin.
Fenerbahçe maçını, Ferrari’nin –“sorumsuz” kelimesi hafif kalır– “haince” hareketiyle kaybettik dün. Almeyda’nın zannedildiği gibi bir adam olmadığı kısa sürede anlaşıldı, bu ayrı. Schuster her zamanki Schuster, Nobre’nin oyuna alınışı dakika 87, Bobo kadroda bile yok, bu da tamam. Ama bu maç 11’e 11 yüz kere oynansın 90’ını Beşiktaş’ın alacağı bir maçtı, Ferrari’nin atılması sonrası perişanlık oldu. Seyirci ne yaptı, bu kez Ferrari’yi alkışladı. Yüzde yüz doğru kararına rağmen, küfrü yiyen Cüneyt Çakır oldu.
Beşiktaş’ın tutar tarafı yok.
Kovduğu kaptanıyla salya sümük basın toplantısı yapan başkanından tut, yönetimine;
her maç 4 yer hale gelen kalesinden, Fenerbahçe’nin defansı kadar gol atamayan forvetine;
gerek kulüple, gerekse ülkeyle açık şekilde dalga geçen meczup teknik direktöründen, takımını satan futbolcusunu ayakta alkışlayan bilinçsiz taraftarına,
Beşiktaş acınacak durumda.
Borç 400 milyon, başarı sıfır, karizma sıfır, itibar sıfır. Kongre, medya ve taraftar, o kadar yanardöner, o kadar her gün başka, çünkü tepkisi o kadar satın alınabilir durumda ki, artık neye ne tepki verileceği de çorbaya dönmüş durumda.
Demirören’e bağıracaksın, bağıramıyorsun, çünkü en son alkışlamıştın. Hatta bağıranı da yuhalamıştın.
Deli İbrahim diye bağıracaksın, bağıramıyorsun, çünkü en son bağıranları ıslıklamıştın.
Toraman’ı yuhalayacaksın, yapamıyorsun, çünkü gitti golünü attı.
“Sergen’e bir ‘efsanem’ diyorsun, bir ‘oran buran oynuyor’ diye tezahürat yapıyorsun.”
Portekizlilere bir şey diyeceksin, diyemiyorsun, çünkü daha 50 gün önce, kabileye gelmiş beyaz adamı karşılar gibi, adam daha formayı giymeden havaalanını yaktın.
Hakem demişsin, federasyon demişsin, o demişsin, bu demişsin, kendinden başka her yere bakmışsın, şimdi onlar da geçmiş…
Beşiktaş bitik. Beşiktaş yanlış insanların elinde köle.
Çok iyi bir maç çıkaran Fenerbahçe’ye teşekkür etmek lazım:
Beşiktaşlılık duruşunun d’siyle ilgisi olmayan, ama konuşmayı bilmediği çakılmasın diye her cümleye on tane “Beşiktaşlılık duruşu” sıkıştıran Yıldırım Demirören yarın çıkıp konuşamayacağı için.
Schuster kendini teknik direktör sanmaya devam edemeyeceği için.
Ferrari’yi alkışlayanlar bu gece belki “Biz bu adamları neden alkışlıyoruz yahu?” diyeceği için.
O yüzden,
Ayağına sağlık Alex.
Bize şu boyla attığın kimbilir kaçıncı kafa golü için, kafana da sağlık.
Teoman Akben
[adrotate group=”74″ banner=”79″]
Kaleminize sağlık. Acı ama gerçek, durumumuz tam anlamıyla budur.