And the Oscar goes to…
Komedi unsurunun yoğun olduğu Uzakdoğu filmlerinde, ‘iyi adam’ı çevreleyen ‘kötü adam’lar vardır belli sahnelerde. Hani kötü adam, üzerindeki gömleğini bir kenara fırlatıp, bir dolu bağrış çağrış, bir dolu gereksiz karate ritüeli ve tantanayla karşısına geçer iyi adamın. Bilirsiniz, iyi adam ise ne bağırır, ne çağırır, ne de ortalığı bu kadar velveleye verir, önce bir bakar ve sonra silahını çıkarıp kötü adamı vurur ve yoluna devam eder.
Haftasonu oynanan Galatasaray Beşiktaş maçı da aynen bu şekilde, Galatasaray’ın oynar görünüp aslında çok bir şey yapmadığı, Beşiktaş’ın hapsolmuş görünüp malı götürdüğü bir oyun oldu. İlginç olan ise, topla yüzde 70’e yakın oynayan Galatasaray’ın maç boyu yakaladığı net gollük 2 pozisyonunun da, kendileri topla yüzde 30 oynayan tarafmış gibi kontratak pozisyonları benzeri pozisyonlar olması; bunun yanında Beşiktaş’ın ise daha bile fazla sayıda gol kaçırıp, bu pozisyonları da topla yüzde 70 oynayan tarafmış gibi set hücumu pozisyonlarla yakalamasıydı. Bu bile Beşiktaş’ın çok daha akıllı oynadığının, Beşiktaş’ın sonunda akıllı oynamayı öğrendiğinin bir ispatı. Ancak iki haftadır göze batan gerçek, Beşiktaş, oynayan takımın peşinden koşup top kovalarken, yorulmaya başladı. Futbolda topla oynayan taraf, her zaman daha az yorulan taraf. Rakibin ısırmaya çalıştığı yeri görüp oraya takviye yollamakla boğuşan, “Onu tut, bunu geçirme, dur geldim, bekle yetiştim” şeklinde koşturan ise her zaman daha çabuk tükenen. Beşiktaş ligdeki Fenerbahçe maçından beri, aradaki kupa maçı dışında, dört maçtır aynı sıkıntıyla boğuşuyor. Neyse ki kalan, sadece 1 hafta daha.
Galatasaray maçında üst üste üçüncü hatta dördüncü maçtır beklenenin üzerinde bir maç çıkaran Cisse ve aynı süreden bu yana beklenenin altında bir performans ortaya koyan Ernst, Beşiktaş orta sahasının iki ileri bir geri görüntüsünün bu haftaki rolleriydiler. Galatasaray orta sahasının ise devamlı ileri oynayan, geri vitesi olmayan bir ismi vardı: Arda. Bu çocuğu izlemek gerçekten büyük keyif. Aynı keyfin çok fazlasını acaba yıllar önce Sergen’de, Oğuz’da da yaşadık da, futbol hakikaten bu kadar mı nankör, insan gerçekten bu kadar mı çabuk unutuyor diyeceğim, ama yok. Arda gerçekten farklı. Arda hepsinin, bir de koşan versiyonu. “Bir de koşuyor olsam, benim Türkiye’de işim ne” pişkinliği olmayan, şu lafı söylemeyi marifet sanmayan, farklı bir çocuk Arda. Önümüzdeki sene için Everton istiyormuş. Gitse de seneye 1 kişiyle eksik uğraşsak.
Filmlerle başladık, filmlerle bitirelim. Kahramanımızın peşinde biri vardır hani; devamlı tuzaklar, oyunlar, şunlar bunlar peşindedir, kahramanımız ise farkında bile olmadan, sadece doğru zamanda doğru yerde bulunarak, tüm tuzaklardan kurtularak yoluna devam eder. Yerdeki çiçeği koklamak için eğilir, kurşun üzerinde geçer, biri seslendiği için döner, bıçak yanından geçer. Beşiktaş da acaba böyle bir şampiyonluğa mı gidiyor diyorum bakınca. Bu hafta da Cisse pozisyonunda çıkmayan kırmızı kart, Yusuf’a verilmeyen penaltı, bir de üzerine sarı kart ve Yusuf’un son maçta cezalı duruma düşüşü; Emre’ye çıkmayan ikinci sarı kart ve rakibin maçı bir şekilde 11 kişi tamamlayışı ve hala da galibiyet. Film başkasının olsa biz de eğleneceğiz. Ama mermi orasından burasından geçen kahraman bizim oğlan olunca, yüreğimiz ağzımızda izliyoruz. Ödülü Oscar olacaksa ne ala…