Slaven Bilic’ten Alman dergiye çarpıcı açıklamalar
Beşiktaş Teknik Direktörü Slaven Bilic, Alman 11 Freunde dergisine çarpıcı açıklamalar yaptı. Teknik direktörlüğünün felsefesini anlatan Bilic, futbolcular, Çarşı ve kariyeri hakkında da önemli sözler sarf etti.
İşte Bilic’in verdiği röportaj;
Slaven Bilic, büyük antrenörlerin biyografilerinden ilham aldığınız doğru mu?
Evet! En sevdiğim kitaplardan biri Chicago Bulls’un efsane hocalarından Phil Jackson’ın Sacred Hoops kitabı. Jackson bu kitabında görselleştirmenin başarılı bir antrenman yöntemi olduğunu anlatıyor.
Bunu biraz açmanız gerek.
Size bir örnek vereyim; Bayern Münih ile oynuyoruz. Maçtan önce soyunma odasının ışıklarını kapatıyorum ve oyuncularımdan gözlerini kapatıp, sadece sesime konsantre olmalarını söylüyorum. Demba, beni dinle” diyorum. Top Neuer’deyken, ne yapacaksın? Xabi Alonso’yu bulup, topla buluşmaması için elinden geleni yapacaksın. Pas yolunu keseceksin. Neuer ile Alonso arasındaki alanı görüyor musun? Orayı kapatacaksın!”
Esrarengizce.
Jackson kitabında bunu oyuncularına nasıl uyguladığını anlatıyor. Onlardan biri B. J. Amstrong mesela… O genelde bench’ten gelir ve mücadelenin son anlarında bulduğu sayılarla çok maç kazandırırdı. Maça girmeden önce kilit sahneyi kafasında çoktan oynamıştı bile. Scottie Pippen’dan Michael Jordan’a, Jordan sağ tarafa kaçıyor, solda boşluk var. Top Jordan’dan geliyor ve bamm! Örnekleri düşün, örnekleri anla, örnekleri uygula!
Futbol için bunu hayal etmek oldukça güç.
Evet. Hayal etmek. Olay tam da bu aslında. Wayne Rooney de bir örnek mesela.
Rooney görselleştirme mi uyguluyor?
Deplasman maçları öncesi malzemeciye hangi formalarla oynacaklarını soruyor. Ardından kafasını bir havluya gömüyor. Stadı hayal ediyor, kendini deplasman formasıyla hayal ediyor, rakiplerinin artılarını ve eksilerini hayal ediyor. Sonra o eksileri kullanıp gol atıyor. Bu çok etkileyici bir şey.
Başka hangi kitaplar sizi işiniz özelinde etkiledi?
The Score Takes Care of Itself NFL’in efsane hocalarından Bill Walsh’ın kitabı… İnanılmaz bir kitap. Okuyun! En son Alex Ferguson’ın kitabını okudum, o da çok yardımcı oldu bana.
Ne anlamda?
Ferguson, kitabında Roy Keane ile yaşadığı bir tartışmanın neredeyse yumruklaşmaya kadar gittiğini anlatıyor. O kısmı okurken çok mutlu oldum. En iyi hocanın başına bunlar gelebiliyorsa, senin de başına gelebilir bunlar.
2013 yılından bu yana Beşiktaş’ın başında yer alıyorsunuz. Buna rağmen Süper Lig’de en uzun görev yapan teknik direktörlerden bir tanesi sizsiniz. Kaç tane savaşa girmek zorunda kaldınız bu dönemde?
Bu mesleğin tamamı bir savaş. Mevcut futbol düzeninde hiçbir teknik direktör işi konusunda çok emin olmamalı.
Bu şekilde işinizden nasıl mutlu olabilirsiniz ki?
Durumun bilincinde olarak. Geçmişim konusunda endişeli olduğum için her gece ağlarsam, bu benim için doğru meslek olmadığı anlamına gelir. Ben risklerin farkındayım ve bu beni rahatsız etmiyor. Ben işimi yapıyorum ve buna konsantre oluyorum.
Beşiktaş’taki görevinize nasıl hazırlandınız?
Ben bir futbol delisiyim. Bu yüzden bana birinin Beşiktaş’ın nasıl bir kulüp olduğunu ve felsefesinin ne olduğunu anlatmasına gerek yoktu. Görüntüleri izledim, görüşmeleri zihnimde etüt ettim ve sonrasında karar verdim. Ama ilk başta endişelerim de vardı…
Neden?
Türkçe bilmediğim için… 2012’de Hırvatistan’tan ayrıldıktan hemen sonra Lokomotif Moskova’ya gittim. Rusya’da kamp dönemi çoktan başlamıştı. Rusça bilmiyorum ve bu bir sorun, çünkü bir teknik direktör 24 saat iletişim halinde oluyor. Etrafındaki insanları anlamak zorundasınız.
İstanbul’daki durum nasıl?
Burada çok uluslararası bir takımın olduğunu anladım ve mükemmel Türkçe konuşmamanın çok büyük bir sorun olmadığını farkettim. Burada Türkçe, İngilizce, Almanca ve İspanyolca konuşuyoruz. Yardımcım Nikola Jurcevic Hırvat, diğer yardımcım Edin Terzic de Almanya’da doğru fakat kökleri Hırvat/Boşnaklara dayanıyor.
Türk mentalitesini nasıl anlatırsınız?
Hırvat mentalitesine çok benziyor. Size bir şey çizmek istiyorum (Bilic bir kağıda üç tane çizgi çiziyor). Bu bir Kuzey Avrupalının normal hali, bu en duygusal hali ve en düşük olduğu hal. (Bilic kağıda iki çizgi daha çiziyor) Bu da Türkler: Ya sınırsız mutlular ya da ölesiye üzüntülü.
Bu avantaj mı, dezavantaj mı?
Duygular, hayallerin yanında hayatın enerjisi. O yüzden bu mentalitenin dezavantaj olduğunu düşünmüyorum.
Siz ne zaman sınırsız mutlu olursunuz?
Takımım benim istediğim futbolu oynadığı zaman. Maç sonuçları, iyi ya da kötü oynamaktan bağımsız.
Ne anlamda?
Hakem kararları, şans-şanssızlık… Bunlar futbolda önemli rol oynuyor. Basketbol veya hentbolda iyi oynayan takım genelde maçı da kazanıyor.
Bu bir futbol hocasını deli eder herhalde?
Tabii ki iyi çalışarak şans payını biraz düşürebilirsiniz. Ama yine de her zaman sadece bir gol maçın kazanılıp, kazanılmaması konusunda etkili olacaktır. Haklısınız, bu deli ediyor insanı ama futbolu bu yüzden seviyorum.
Futbola olan sevginizi antrenmanlarda görebiliyoruz. Ekibinizdeki herkese yıllarca kayıp olan arkadaşınızı bulmuş gibi sarılıyorsunuz.
Bu benim çalışma yöntemim. Bu benim takımım ve benim kulübüm. Çalışanları ismiyle tanımak, onlarla iletişimde olmak ve hepsinin bu kulübün önemli bir parçası olduklarına dair bir his vermek, benim için olması gereken bir şey. Onlar birçok futbolcu ve hocadan daha uzun süredir bu kulüpte ve yürekleriyle buradalar. Onlar futbolu ve kulübü, futbolcular kadar seviyor. Belki geçmişte futbolcu olmak istemişlerdi, şanssızdılar zamanında ya da yeterince yetenekleri yoktu. Bunu unutmamak gerek.
Doğum gününüzde tüm kulüp çalışanlarını yemeğe davet ettiğiniz doğru mu?
Doğru. Çalışanlarınıza iyi davranmaktan başka seçeneğiniz yok. Şayet onların da aynı fikrin ve hedefin peşinde olmasını istiyorsanız…
Kendi hocalarınızdan etkilendiniz mi bu doğrultuda?
Evet tabii ki… Karlsruhe’deki hocam Winfried Schäfer, beni ve dört takım arkadaşımı daha her maç öncesi yanına çağırır ve taktik konusunda fikir alırdı. Leverkusen maçında Nowotny’yi mi libero oynatayım, Wittwer’i mi?” gibi sorular sorardı. Tabii ki kararı kendi veriyordu ama o bir tilki gibiydi ve bir taşla iki kuş vuruyordu.
Nasıl?
Lider oyuncularına, onların fikirlerini önemsediğini hissettiriyordu. Aynı zamanda onların bilgilerinden faydalanıyordu. Hırvatistan’da bir deyim vardır: Bir adam ve bir eşek, yalnız bir adamdan daha fazla bilgi sahibidir” Bence doğru.
Hocalık döneminizden bir örnek verebilir misiniz?
EURO 2008 öncesi bir hazırlık maçında bir şey denemek istedim. Luka Modric’i sağ tarafta kullanmak istedim. Maçtan önce Luka yanıma geldi ve “Hocam, beni nerede oynatırsan oynarım ama ben sol tarafta daha iyiyim” dedi. Onu sol tarafa aldım ve dediği gibi iyi maç çıkardı, sahadan galip ayrıldık. Bana neden geldi biliyor musunuz? Onunla bunları daha önce konuştuğumuz için. Ben futbolcularımla taktik konuşmaktan çekinmem. Onlardan bu konuda daha çok bilgili olduğumu biliyorum ama onlara duyduğum güvenin karşılığının da olmasını isterim. Bu takımın hayrına…
Bu çok güzel ama futbol bir sonuç oyunu. Size güvenen bir futbolcuya “Bu maçta yedeksin” demek zorundasınız. Bu zor bir durum değil mi?
Haklısınız, bu mantıklı bir yaklaşım. Milli takım hocasıyken futbolcularıma, Avrupa Şampiyonası kadrosuna giremediklerini söylemek zorundaydım. Bu durum kalbimi paramparça etti. Ama futbolcunun güvenini kazanırken bunu düşünmemek gerekir.
Zor durumlarda futbolcular her kararı kabul etmeyebilir…
Bir futbolcuya, ‘Futbol oynamayacaksın’ dersem, bu onu üzer tabii ki. Ama ben hoca olarak futbolcuların bana güvenmesini, saygı duymasını ve kararlarımı anlaması için bir zemin oluşturmam gerekiyor.
Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Futbolcu ilişkilerinde önemli kurallar var. Ama iki tanesi çok önemli. Onlara hiçbir zaman söz vermeyin! Futbolcular bu konuda kadın gibidir. Onlar sadece neleri elde edebileceklerini duyarlar, bir şeyleri kaybedebilecekleri ihtimalini hiçe sayarlar. Bu yüzden hiçbir zaman bir futbolcuya “Çok formdasın, iki ay sonra forma şansı vereceğim” demem. O oyuncuyu oynatmazsanız, kendisini kandırılmış hisseder. Size karşı güvenini yitirmiş olur ve sonuçta futbolcuyu kaybederseniz.
Oyuncuyken de hoca olacağınızı düşündünüz mü?
Hayır, futbolcuyken futbolcuydum ve her işimi yüzde 100 yaparım. Teknik direktörlük görevini üstlenmem tesadüftü. Aktif futbol yaşantım son bölümünde Hajduk Split’te oynarken, kulüp kısa vadede yeni bir hoca arıyordu ve oldum.
“İyi bir hoca” nasıl olunur? Taktiği iyi bilerek mi?
Taktik önemli ama sadece iyi taktik bilerek iyi bir hoca olunca her genç mükemmel bir hoca olabilir.
Nasıl yani?
Taktik, öğrenebileceğiniz bir şey. Taktiği okulda zorunlu ders haline getir, 10 yıl sonra taktik konusunda uzman bir nesil bulursunuz ama bu onların iyi bir teknik adam olduğu anlamına gelmez. Bilgi, uygulama, deneyim, karakter, tutku ve talihli olmak da önemli unsurlar.
Mesleğiniz ne kadar yorucu?
Dünyanın en zor mesleği olabilir.
Neden?
Mesleğim bir banka müdürünün yaptığından çok farklı bir şey değil aslında… İkimizin de bir hedefi var. O parayı çoğaltmak istiyor, ben de kupalar kazanmak istiyorum. Bu doğrultuda ikimizin de genç, motive olmuş üst düzey eğitimli ekibi var. Onlarla çalışmak zorundayız. Onları mutlu etmeliyiz. Onları başarıya giden yolda motive etmeliyiz. Bazen yanlış yaptıklarında zor kararlar vermek zorundayız. Bazen aralarından bazılarıyla yolları ayırmak zorundayız. Ama aramızdaki fark: Banka müdürü rahat çalışabilir, beni milyonlar izliyor. Taraftarlar beni ya çok övüyor ya da yerle bir ediyor. Ayrıca birçok medya kuruluşunun her gün yeni hikayelere ihtiyacı var!
Ve herkes bu işi daha biliyor değil mi?
Tabii ki! Benim çok eski bir arkadaşım beyin cerrahi ve bir deha. Bazen bana Bunu neden yaptın? Neden böyle oynattın? diye sorular soruyor. Ben de ona diyorum ki; Profesör, fikrine saygım var ama düşünsene ameliyatlarını televizyonda canlı gösteriyorlar ve yaptığın her hareket yorumlanıyor. O günden beri beni rahat bırakıyor.
Mesleğinizde ne kadar esnek olmak zorundasınız?
Ne anlamda?
Dediniz ki; Bir teknik adam bir kulüpte çok fazla kalamıyor ve her kulübün tarihten gelen bir felsefesi var. Beşiktaş da böyle bir kulüp. Bu açıdan siz ne kadar esnek olmalısınız?
En önemlisi özgüveniniz ve mücadeleyi sevmeniz. Bu hem bir oyuncu hem de bir teknik direktör için geçerli. Beşiktaş’ta göreve başlarken bunun önemli bir sınav olacağının farkındaydım ama bir teknik direktör olarak bir kulübün felsefesine saygı göstermem gerekiyor. Hem sonuç odaklı sıkıcı bir futbol oynatıp hem de Beşiktaş Teknik Direktörü olamam. Bu şekilde şampiyon olsam bile beni kovarlar.
Bir Beşiktaş teknik direktörü nasıl futbol oynatmalı?
Yaratıcılığa çok açık bir futbol oynatarak. Ama yaratıcılık kaosa dönüşmemeli. Yoksa sahada anarşi olur. Anarşiyle futbol maçı kazanamazsınız. Bu felsefeyi dezavantaj olarak değil de silah olarak kullanırsam, bununla herkes mutlu edecek bir başarı yakalayabilirsiniz.
Anarşi konusunda bazı Beşiktaş taraftarı aynı fikirde olmayabilir. Çarşı grubunun logosundaki A harfi anarşinin sembolü. 2013’te gezi olaylarındaki Çarşı’nın rolünden haberdar mısınız?
Tabii ki. Ben sadece bu kulübün bir teknik direktörü değilim. Aynı zamanda politik düşünen de bir insanım.
Bu konuyla ilgileniyor musunuz?
Hayır. Ve nedenini söyleyeyim: taraftarımızın politik anlamda bu kadar yoğun bir şekilde çaba sarfetmesine hayranım. Ama bununla ilgilenmeye başlarsam işimi yapmaya vakit bulamam. Çünkü o zaman her şeyi bilmek isterim, konuyla ilgili herkesle konuşmak isterim. Bu yüzden konulara yaklaşmamak için kendimi çok zorluyorum.
Birçok kişi Çarşı’nın Erdoğan rejimine karşı mücadele ettiği için Beşiktaş’ın tuhaf hakem kararlarına ve taraftar cezalarına mazur kaldığını iddia ediyor.
Bunlar sadece iddia, bu yüzden benim için bir önemi yok bunların. Ne yapabilirim ki? Futbolcularıma Eve gidin, antrenman yapmıyoruz. Yine kaybedeceğiz” mi diyeceğim? Tabii ki hayır. Elbette hakemler kötü bir performans sergilediğinde bunu dile getirmeye devam edeceğim.
Beşiktaş’ın başına geçtiğinizden bu yana, kartal yuvasız! Stadın açılışı birkaç kez ertelendi. Muhtemelen sezon sonunda açılış yapılacak. Bu sizin için bir sorun mu?
Evet bu çok büyük bir dezavantaj. Taraftarımız yıllar önce ses rekorunu kırdılar. Sadece bu bile ne kadar harika bir taraftara sahip olduğumuzu gösteriyor. Birçok maçımızı Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynuyoruz. Şehrin kenarında olan 80 bin kişilik bir stat. Ulaşımı oldukça zor, çünkü toplu taşıma imkanları o bölgede oldukça kötü. Bunun dışında birçok taraftarımız maçları Türkiye Futbol Federasyonu’nun bazı sert yaptırımları nedeniyle protesto ediyor. Bu yüzden sahamızda oynadığımız son maçları 3 bin kişi karşısında oynadık. 80 bin kişilik statta 3 bin kişiye oynamak tam bir trajedi.
Bir takımın performansı için taraftar ne kadar önemli?
Çok fazla etkisi var. Bir Formula 1 sürücüsü, yarışı kazanmak için bazen arabasını sonuna kadar zorlamalı. Futbolda sonuna kadar zorlamayı taraftar sağlıyor. Burada teknik adamın bile etkisi yok. İşte biz takımı arkadan itecek, desteğiyle zorlayacak taraftarlarımızdan 1,5 yıldır yoksunuz. Galatasaray yıllar önce bu statta bir sezon boyunca oynadı ve şampiyon olması gereken bir takımla yedinci oldu.
Bu dezavantajla nasıl çalışıyorsunuz?
Bu durumu düşünmeyerek ve ana konu haline getirmeyerek. Kötü maçlardan sonra az gelen taraftarı bahane edersem, bunu yakımda futbolcularım da yapar. Bu durum uzun vadede performanslarını çok etkiler. Bu yüzden diyorum ki; Boş ver ya, başarıyı o kadar istiyoruz ki, her şeye rağmen şampiyonluğu istiyoruz!”
[adrotate banner=”309″]