Şenliğin önde gideni
“Şenlikle kapattık, şenlikle döneceğiz” dedi Mustafa Denizli. İzledik, gerçekten şenlik oldu. Şahsen ben uzun süredir böyle bir şenlik izlememişim.
30 yaşına gelmiş, kariyerinin yarısını dünyanın 1 numaralı liginde geçirmiş ama hala ofsayt kuralından bihaber bir Nihat Kahveci; kazandırdığı Antalya maçı sonrası iki maçtır sadece yokluktan oynayan, yerine yarım tane adam gibi forvet olsa, tribünde bile oturtulmayacak Holosko; smaca gelince her maç 10 tane yapan, ama şuta gelince faul atışı bile yapamayan pivotlara benzeyen, top kesmede 1 numara, ama pası 3 metre önündeki adama atabilmekten aciz Ferrari; Fink dururken, Holosko dururken, hatta Nihat dururken Ernst’i oyun dışına alıp Beşiktaş’ı bitiren, madem oynayabilecek durumdaydı, Nobre’yi ne yapmaya 75 dakika yanında oturttuğu anlaşılamayan bir Mustafa Denizli. Hakikaten şenlik. Gözlerimizin pası silindi.
Beşiktaş taraftarı “Gol!” diye bağırmaya muhtaç. Alakasız pozisyon ve dakikalarda “Kartal gol gol gol!” diye bağırırken yeterince gol diyor taraftar gerçi, ama Beşiktaş taraftarı pozisyona, hatta adam gibi bir hücum varyasyonuna muhtaç. Dünyada şu görüntüde tek bir şampiyon daha var mıdır, bu kadar eziyet çeken 1 şampiyon taraftarı daha var mıdır bilmiyorum. Takım eksik tamam da, rakipler de Belediye, Antalya, Gençlerbirliği, Gaziantep. Hem de bir tanesi 90 dakika kapanmamış, olabileceği kadar da açık oynamış Belediye, Antalya, Gençlerbirliği, Gaziantep.
Bu rakiplerin kalecilerinden biri Serdar Kulbilge, bir diğeri bugünkü Mahmut isimli arkadaş olabilir. Yani iki maçta toplam 15 dakikayı sırf bu iki hırsıza çaldırmış olabilirsiniz. Ama bir şampiyon dört maçın ikisini golsüz kapayıp, o dört maçı toplamda üç golle mi kapar. Direkten dönen iki top var, biri Nihat’ın adam gibi vuramadığı, diğeri Ekrem’in nereye vurduğunu bilmediği. Batuhan’ı düşünmediği Beşiktaş, şu Beşiktaş’sa Mustafa Denizli’nin, gerçekten bizim hiç bilmediğimiz, kontrasında onun da süper acayip bildiği bir şeyler olmalı. Ve ben şahsen artık Mustafa Denizli’nin ne bildiğini, bu takımın kimle, neyle, nasıl gol atacağını çok merak etmeye başladım.
Denizli’nin hesapları bu sene üçüncü haftadan başladı. Denizli bu hesapları neye göre yapıyor, neyle neyi topluyor, o değişkenleri neye sabitliyor, bunu da merak ediyorum. Gaziantep’i İnönü’de yenememek bu planlara dahil miydi, Beşiktaş geçen senenin ilk yarısında topladığından beş puan fazlasını nasıl toplayacak, bu senenin kehaneti olan 79 puanı nasıl görecek, bunları da merak etmiyor değilim. Ama en merak ettiğin ne derseniz, İsmail Köybaşı için sene sonunda “Adam hakikaten 5,5 milyon Euro edermiş” diyebilecek miyiz, diyemeyecek miyiz, bu.
İsmail’i bekliyoruz, Rıdvan’ı da bekleyeceğiz zaten. Fink? Bekliyoruz. Ferrari’nin de vakti var. Şimdi Tabata geliyor, Antep’te oynayıp duruyordu, ama Beşiktaş’a gelince onun da beklenmesi gerektiği kesin, maçtan önce Sanlı Kaptan’ın dediği gibi, konu Beşiktaş’sa Messi gelse bekleyeceğiz. Galatasaray’a bakıyorsun, Keita, ilk maç, iki gol. Elano, ilk maç, 35 metre. Geçen sene Kewell öyle, Milan Baros öyle. Fener’e bakıyorsun, Dos Santos, resmi maçlarda Beşiktaş’ın bugüne kadar takım olarak attığı kadar gol –ama al Beşiktaş’a seneye, form bulana kadar ilk yarı biter, “Dur oynayacak galiba” dediğin maç sakatlanır. Bir takım transfere 30 milyon harcayıp da, aldıklarının içinde beklemek gerekmeyen 1 tane adam nasıl olmaz, inanılır iş değil.
Son söz, sahaya giren geri zekalıya. Bu işlerin devri kapandı aslanım. En son Fener’in geri zekalısı yaptı, hadi o tescilli. Sen hala bu işlere soyunup, bir de onun da taklidini yapacak gibi Uğur’un bacaklara falan sarılmaya kalkarsan, işte böyle kendi taraftarından bile yersin en ağır küfrü. O küfrün üzerine bundan sonra İnönü’de sahaya giren kimsenin olmayacağını şimdiden müjdeleyebiliriz Türk futbol dünyasına. Hayırlı olsun.